AVUKATLARIN MANEVî GİDERİM İLE
SORUMLU OLMALARI
MUSTAFA REŞİT KARAHASAN(*)
§1. KONUNUN BELİRLENMESİ VE SINIRLANDIRILMASI
Hakların korunmasında ve adaletin gerçekleşmesinde önemli yeri
olanların başında da avukatlar gelir. Yargıçlar ile avukatlar uğraşılarında
ortak bir amaç izlerler. Bu ise, el ele verip hakka, adalete ve gerçeğe ulaşmak
biçiminde nitelenebilir. Avukatlar kamu hizmetiyle görevlendirilmişlerdir.
Avukat, uğraşılarında salt kazanç için çalışmayı amaç edinmiş
kimse değildir. Onlara bu açıdan bakmak doğru bir değerlendirme olamaz.
Hukuk edebiyatına geçen şu özdeyişler,
bu görevin önemini ve niteliklerini
ne güzel belirtiyor: .Avukatlık, herkese kendisininkini verdirmektir. Malı, canı, hürriyeti,
namusu saldırıya uğrayan kişi, avukatta korunma, sığınma ve güvence
bulur. .Hâkim, hakkı uygular, hukuku yaratan, canlandıran avukattır. .Avukat, yasanın tercümanıdır. Yasanın sesi, onun ağzından duyulur. .Adaletin onuru, zaferi, avukatlık mesleğinin onur ve zaferidir. .Avukatlık, hâkimlik kadar eski, fazilet kadar asil, adalet kadar gereklidir.
.Avukatlar, yasanın bekçileri, hakkın yapıcıları, adaletin işçileridir. .Avukat, masumların savunucusu, adaletin yardımcısı, yetimlerin koruyucusudur.
Görülüyor ki, yargıçlık kadar avukatlık da kutsal bir görevdir. Nasıl
ki, yargıçların nitelikleri, atanmalarıyla hak ve ödevleri yasa ile düzenlenmiştir,
avukatlık da kamu hizmeti niteliğinde bir meslek olarak özel yasası
ile düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu mesleğin amacı, “hukukî münasebetlerin
düzenlenmesine ve genellikle hukuk kurallarının tam olarak uygulanması
hususunda yargı organları ve hakemlerle resmî ve özel kurul ve
kurumlara yardım etmektir.”
___________________________________________________
(*) Yargıtay 13. Hukuk Dairesi Onursal Başkanı
Bilgili ve yetenekli, yasanın bu hükmündeki amacı titizlikle izleyen bir
avukat, davaların görülmesinde mahkemelerin işlerini büyük ölçüde kolaylaştı
rır ve böylece, adaletin çabucak ve doğru biçimde gerçekleşmesine
yardımcı olur.
Avukatın, temsil ettiği kişinin çıkarlarını ve hukukunu korurken bu
büyük amaçtan ayrılmaması, ona yasanın yüklediği kamu hizmeti görmekte
bulunduğuna ilişkin görevinin gereğindendir.
Özel yasasında, avukata haksız gördüğü işi reddetmek ya da haksızlığı
nı anlar anlamaz davadan çekilmek ödevi yüklenmiştir.
Avukatlık, kamu hizmeti niteliğinde olmakla birlikte serbest bir meslektir.
Ne var ki Yasa Koyucu avukatı, yargıcın yardımcısı olarak düşünmüş,
hak ve görevlerini ona göre düzenlemiştir. Açıkça söylemek gerekirse
avukat tacir sayılamaz; kazanç peşinde koşmaz. Avukatlık, servet biriktiren
bir meslek diye düşünülemez.
Gene yasa hükmündeki (AK. md. 34) buyruk nedeniyle “Avukatlar,
yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen,
doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdi-
ği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.”
Yargıçlar ile avukatların görev ilişkileri yasalar ve gelenek-görenek ile
belirlenmiştir. Yargılama usullerini saptayan yasalarda, hak ve ödevler
gösterilmiştir. Bu nedenledir ki, davalarda hakka, adalete, gerçeğe ulaşmak
isterken yargıç ve avukatların bu usul hükümleri ile kendilerini sıkı sı-
kıya bağlı tutmaları, bu çizgiden sapmamaları yerinde bir davranış olur.
Böylece, anlaşmazlıkların doğru, çabucak çözülmesi amacı da gerçekleşir.
Dosyalar incelenerek duruşmaya çıkılmalı, gelinmeli, önellere uyulmalı,
kanıtlar çabucak sunulmalı, gerçekten ayrılmamalı, bilimsel çalışmaya da
değer verilmelidir. İşte yargıç ve avukat bu görev bilinci ile davranırlarsa,
yurttaşların yargıya olan güven duygusu artar, pekişir.
Avukatların, kamu görevini yürütürlerken duruşmalarda “münasip
olmayan hal ve hareketlerden” sakınmaları yasalar buyruğudur. Avukatları
n görevin kutsallığına yakışır özen, doğruluk ve onur içinde bulunmaları
na ilişkin yasa hükmü burada da geçerlidir.
Davalarda, öz yazıp, gerektiği ölçüde konuşmak alışkanlığı kökleştirilmelidir.
Uğraşısını adalet hizmetine sunmuş olan avukat, yargıç gibi dava
dosyasını nesnel açıdan değerlendirmeli, temsil ettikleri kişilerin duygu
yaşantılarını yansıtmamalı, pür hukuk içinde kalarak anlaşmazlıkların
çözümüne yardımcı olmalıdırlar.
Ceza davalarındaki savunmanın ölçüleri aşılmamalıdır.
Hakka, adalete ve gerçeğe ulaşmada bilimsel çalışmanın önemi de
yadsınamaz. Yargıçlar ile avukatların gerek öğretinin ve gerekse yargısal
inançların ışığı altında çözüme ulaşmaları kaçınılmazdır.
478 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
Avukatlar, dilekçelerde saygılı bir anlatımdan uzaklaşmamalı, özellikle
yargıcın kararı için yargı denetiminin sağlanması amacı ile yapılacak
eleştiri, nesnel ölçülere göre olmalı, incitici, kırıcı anlatımlara yer verilmemelidir.
Bu dilek, Yargıtay kararlarına yönelecek düzeltme istemleri için
de geçerlidir.
Avukatların savunma dokunulmazlığından yararlanmakla birlikte dava
ile ilgili olmayan; ilgili olsa bile iddia ve savunma sınırını aşan hakareti
içeren yazı ve sözlerden ötürü, giderim (tazminat) ile de sorumluluğu
vardır.
“Bir dava sebebiyle söylenmesinde yazılmasında zorunluluk bulunmayan
ve hakkın meydana çıkmasında etkisi olmayan hareketlerde bulunulması
nda elbette meşruluk vardır denemez. İşte böyle bir halde iddia ve savunma
sınırı aşılmış olur”.(1)
Avukatlar, söz ve dilekçelerinde, incitici, küçük düşürücü, kırıcı anlatı
mlara yer vermemeleri, yüklendikleri kamusal görevin kutsallığına yakı-
şır biçimde davranmalı, saygılığına, güvenirliliğine toz kondurtmamalı, giderim
(tazminat) yaptırımlarıyla da karşı karşıya kalmamalıdırlar.
Bu incelemenin konusunda:(2) bir avukatın manevî giderimle sorumlu
tutulabilmesinin gerekleri irdelenmiş; kişilik hakları ve değerleri; manevî
giderimin koşulları bağlamında açıklama yapılmış; özellikle de yararları
n çatışmasında hangi yararın üstün tutulması gerektiği sorunu da çözüme
bağlanmıştır.
§2. KİŞİLİK HAKLARINA YAPILAN SALDIRI SONUCU OLUŞAN
MANEVÎ GİDERİM
I. YASAL DÜZENLEME
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldı
rıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya
kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden
biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykı
rıdır.” (YMK. md. 24)
“Davacı, hâkimden saldırı tehlikesinin önlenmesini, sürmekte olan saldı
rıya son verilmesini, sona ermiş olsa bile devam eden saldırının hukuka
aykırılığının tespitini isteyebilir.
Davacı bunlarla birlikte, düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi
ya da yayımlanması isteminde de bulunabilir.
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 479
___________________________________________________
(1) Anayasa Mahkemesinin 8.6.1965 gün, 163/36 sayılı kararından.
(2) Bu incelemede, Mustafa Reşit KARAHASAN’ın Tazminat Hukuku-Manevî Tazminat isimli yapıtı (2001)
temel alınmıştır: Bkz. a.g.e., Sh.105 vd.
Davacının, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldı
rı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine
göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.
Manevî tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez;
mirasbırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara
geçmez.
Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalı
nın yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir.” (YMK. md. 25)
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı
manevî zarara karşılık manevî tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini
dava edebilir.
Hâkim, manevî tazminatın miktarını tayin ederken, taraşarın sıfatını,
işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate
alır.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame
veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir
ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” (BK. md. 49)
Bu yasal düzenlemeye göre kişiliğin korunmasında hukuka aykırılık
tanımlanmış ve dava hakları da açıkça belirlenmiştir. Çok daha önemlisi
eski md. 49’da öngörülen kusurun ve bozulmanın özel ağırlığı koşulu kaldı
rılmıştır. Öyle ki, kişilik hakkına hukuka aykırı biçimde yapılan saldırı
sonucu manevî zarara uğrayan kişi, manevî giderim namıyla bir miktar
paranın ödenmesini dava edebilir. Kuşkusuz, burada, BK. md. 41 anlamı
nda kusurun, sorumluluğun öğesini oluşturduğu ise, kendiliğinden anlaşı
lan bir şeydir.
II. KİŞİSEL VARLIKLAR VE KİŞİLİK HAKLARI
1. KİŞİSEL VARLIKLAR (DE⁄ERLER)
A) GENEL OLARAK
Kişisel varlıklar, kişiliğin çeşitli görünümlerinden başka bir şey değildir.
Kişinin yaşamı, sağlığı, beden ve ruh tamlığı, düşün uğraşısı, onur ve
ünü, resmî, gizliliği, saygınlığı, atalarına karşı taşıdığı saygı duygusu gibi
varlıkların bütünü kişiliği oluşturur.(3) İşte, MK. md. 24 ve BK. md. 49’da,
kişisel varlıklar korunmuştur. Burada, kişinin bedensel ve ruhsal ve sosyal
bireyliğinin korunması söz konusudur. Gerçekten, bir saldırı sonucunda
bir değişikliğe uğrayan, kısmen ya da tamamen yok edilen, kişisel
480 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
___________________________________________________
(3) Hıfzı Veldet VELİDEDEO⁄LU, Türk Medenî Hukuku, c. I, Şahsın Hukuku, Yıl: 1960, Sh. 100; bkz. Jale
AKİPEK, Türk Medenî Hukuku, c. I, Şahsın Hukuku, Yıl: 1961, Sh. 104 vd.; Yaşar KARAYALÇIN, Türk
Hukukunda şeref ve haysiyetin korunması, AÜHFM, XIX, 1962, s. 1-4, Sh. 255; Ergun ÖZSUNAY, Gerçek
Kişilerin Hukukî Durumu, Yıl: 1979, Sh. 148; Aydın ZEVKLİLER, Kişiler Hukuku Gerçek Kişiler, Yıl:
varlıklardır. Bu varlıklar, doğal ve sosyal evrenin bir parçasını oluştururlar.
Kişisel varlıklar, kişinin ruhsal, manevî varlıkları olabileceği gibi dış,
maddî evrenin parçaları ve bireyin sosyal ilişkileri de bunlara konu olabilir.
Başka bir söyleyişle, MK. md. 24 anlamında kişilik, felsefî anlamdaki
gibi insanların yalnız manevî yönü ile ilgili değildir. Kişisel varlıklara, insanı
n bedeni, bazı maddî şeyler (örneğin, fotoğraşar, diplomalar), bazı
yerler (örneğin, konut), öteki insanlarla olan ilişkilerine değgin bazı olaylar
(örneğin onların kendisine karşı olan manevî tutumu, onların yanındaki
saygınlığı, evlilik ilişkileri) konu olabilir. Böylece, beden tamlığından,
kişinin fotoğrafının çekilmesine ve yayınlanmasına ya da diplomalarına
değgin kişisel varlığından, onur ve saygınlığından, konut dokunulmazlı-
ğından, evlilik ilişkilerinin huzur içinde bırakılmasına değgin kişisel varlığı
ndan söz edilir.(4)
Yasa koyucu, MK. md. 24 ile BK. md. 49’da, kişisel varlıkları birer birer
sayarak, hâkimi, bunlara bağlamak istememiştir; öğreti ve yargısal
inançlarla, kişisel varlıkların çevresinin belirlenmesi öngörülmüştür.(5)
Öte yandan, hâkim korunmaya değer kişisel varlıkların neler olduğunu
ve yapılan saldırıların hukuka aykırı bulunup bulunmadığını ortaya koyarken,
yazılı hukuka başvurmakla kalmayacak, yazılı hukukta bir hüküm
yoksa, yazılı olmayan hukuka da başvurabilecek, üstelik hukuk da
yaratabilecektir.(6) Denebilir ki, hâkim hangi kişisel varlıkların korunma-
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 481
___________________________________________________
3. Dipnot devamı:1981, Sh. 266-267; aynı yazar, Medenî Hukuk Başlangıç Hükümleri - Kişiler Hukuku - Aile
Hukuku, Yıl: 1986, Sh. 30-307; Bilge ÖZTAN, Şahsın Hukuku Hakikî Şahıslar, Yıl: 1987, Sh. 108 vd.;
KILICO⁄LU, a.g.e., (Basın), Sh. 3 vd.; EREN, a.g.e., C. II, Sh. 388 vd.; “4. bası, 1994, Sh. 398 vd.; Kişinin
hayatı, sağlığı, beden ve ruh tamlığı, düşün uğraşısı, onur ve ünü, saygınlığı gibi varlıkların bütünü
kişiliğini oluşturur.” (4. HD. 6/6/1972 T. 14724 E. 5389 K.).
(4) TANDO⁄AN, Şahsiyetin Korunması, Sh. 7-8.
(5) EGGER, a.g.e., Sh. 278 vd.; VELİDEDEO⁄LU, Şahsın Hukuku, Sh. 101; KANETİ, a.g.e., Sh. 190; TANDO⁄
AN, Şahsiyetin Korunması, Sh. 11; DURAL, a.g.e., Sh. 113/114; “Manevî tazminat isteği, (şahsî
menfaatleri halelder olan kimse, (.....) manevî zarar namıyle nakdî bir meblağ itasını dava edebilir.)
hükmünü getiren Borçlar Yasasının 49. maddesinden kaynaklanmaktadır. Gerek Borçlar Yasasının
24. maddesinde sözü geçen “şahsî menfaatler” deyimi, kişilik hakkını oluşturan kişisel değerleri (varlı
kları) ifade etmek için kullanılmıştır. O halde Borçlar Yasasının 49. maddesine dayanan manevî tazminat
isteklerinde, üzerinde ilk durulması gereken sorun; kişilik hakkının konusuna giren bir kişisel
değerin (varlığın) ihlal edilip edilmediğinin tespiti olmalıdır. Kişilik hakkının konusunu oluşturan kişisel
değerlerin neler olduğu, (özel durumlar hariç) yasalarda teker teker belirtilmemiş ve genelde, bir kişilik
hakkından (M.K. 24) söz edilmiştir. Kişisel değerlerin çok çeşitli oluşu bunları belirtme ve sınırlama
olanağının bulunmaması ve değişen ve gelişen yaşam şartlarını, oluşan sosyal yapının yeni kişisel
değerleri oluşturmasının mümkün olması gibi düşünceler bu yolu seçtirmiştir. Bu nedenle ihlâl edilen
bir değerin kişilik haklarına dahil olup olmadığını hâkim tesbit etmek zorundadır. Ancak hakim bu
değerlendirmeyi; bilmesi gerekli genel kavramları, somut olayın kendi koşulları içinde irdeleyerek yapmalı
dır.
Gerek hukuk öğretisinde ve gerekse uygulamada, kişilik hakkının, konusuna girdiği belirtilen değerleri
göz önünde tutarak, kişisel değerler, 1- Maddî (bedensel) değerler (yaşam, beden tümlüğü, sağlık);
2- Manevî değerler (özgürlükler, onur, saygınlık, ad ve resim üzerindeki haklar, sır çevresi vs.); 3- Meslekî
ve ekonomik değerler (meslekî onur, ekonomik özgürlük ve varlık, meslekî ve ticarî gizlilik gibi) şeklinde
üçe ayrılarak değerlendirmeye tabi tutulmaktadır. (Bakınız, Doç. Dr. Aydın ZEVKLİLER, Kişisel
Hukuku, Gerçek Kişiler, Ankara 1981, Sayfa 263-301).” (4. HD. 28/5/1981 T. 5229 E. 7777 K.).
6) EGGER, a.g.e., Sh. 270,278; TANDO⁄AN, Şahsiyetin Korunması, Sh. 11; ÖZTAN, Hakikî Şahıslar, Sh. 112.
dan yararlanacaklarını, bu varlıkların sınırının ne olduğunu, kişilik hakları
ile öteki insanların uğraşı özgürlüğünün çatışması durumunda hangi
çıkarın ağır basacağını, genel hukuk ilkelerine, yaşam gereklerine,
adalet düşüncesine ve çatışan çıkarların değerine göre saptayacaktır.(7)
Gerek öğretinin ve gerekse yargısal inançların ortaya koyduğu kişisel
varlıklar üzerine şunlar söylenebilir: Kişinin, hayat, beden ve sağlığına
ilişkin değerlerin, maddî bir varlığı vardır. Ruhsal varlığına da, kişinin
duygu ve düşünce dünyası ve iç onur (haysiyet) ve kişiliği ve uğraşı özürlüğ
ü girer. Kişinin şeref, ün ve saygınlığı, ismi, özel haberleşme ve sırları,
gizliliği, ekonomik alandaki kişiliği gibi kamu içindeki durumu ile ilgili
değerleri de kişisel varlıklardır.(8)
B) KİŞİSEL VARLIKLARIN ÇEŞİTLERİ
Kişi, insan olarak yaradılışından doğan bazı varlıklardan başka, toplumsal
yaşantıdan türeyen bazı varlıklara sahiptir.
Hukuk düzeni, vücut,
yaşam, sağlık, ruhsal tamlık gibi onun varlığından temellenen kişisel varlı
kları ve öte yandan ad, onur, saygınlık, sır alanı, özel yaşam vb. gibi,
toplum içindeki yerine ve etkinliğine ilişkin dış varlıkları sayar ve korur.
İşte, kişisel varlıklar, bu doğrultuda olarak sınışandırmaya bağlı tutulabilir.(
9)
a) Kişinin insan varlığından temellenen kişisel varlıkları; yaşamına,
sağlığına ve beden tamlığına ve de ruhsal yaşamına ilişkin varlıkları kapsar.
Yaşama hakkı, AY. md. 17’de temel haklar arasında sayılmıştır. Kişinin
yaşam, sağlık ve beden tamlığına yapılan saldırılara uygulanacak
yaptırımlar da MK. md. 24 ve BK. md. 47 ve 49’da gösterilmiştir. Bunun
gibi, kişilik, ruh tamlığı yönünden de korunmuştur. Kişinin, insan olarak
yaratılması nedeniyle sahip olduğu en önemli kişisel varlıkların başında,
ruh tamlığı yer alır.
b) Kişinin toplum içindeki yerine ve etkinliğine ilişkin varlıkları; tanıtlaması
na yarayan tanıtma araçları; onuru, şeref ve saygınlığı; özel yaşamı
ve gizlilik alanı; konuşması, yazısı, mektuplar ve anıları üzerindeki
hakları; meslek, sanat ve ticaret sırları; resim üzerindeki hakları kapsar.(
10)
482 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
___________________________________________________
(7) KANETİ, a.g.e., Sh. 190; bkz., EGGER, a.g.e., Sh. 270.
(8) Geniş bilgi için bkz., EGGER, a.g.e., Sh. 278 vd.; VELİDEDEO⁄LU, Şahsın Hukuku, Sh. 115 vd.; KANETİ,
a.g.e., Sh. 90 vd.; ZEVKLİLER, Gerçek Kişiler, Sh. 271 vd. ve Medenî Hukuk, Sh. 309 vd.; KILICO⁄-
LU, a.g.e., (Basın), Sh. 6 vd.; Jale AKİPEK/Turgut AKINTÜRK, Türk Medenî Hukuku, Birinci Cilt, Başlangı
ç Hükümleri, Şahsın Hukuku, Yıl: 1998, Sh. 341 vd.
(9) ÖZSUNAY, Gerçek Kişiler, Sh. 98; bkz., ZEVKLİLER, Gerçek Kişiler, Sh. 271 vd. ve Medenî Hukuk, Sh.
309 vd.
(10) Bkz., ÖZSUNAY, Gerçek Kişiler, Sh. 115 vd. ; DURAL, a.g.e., Sh.127 vd.
10) DURAL, a.g.e., Sh. 113; ZEVKLİLER, Gerçek Kişiler, Sh. 267 ve Medenî Hukuk,115 US vd.; DURAL,
a.g.e., Sh. 127 vd.
2. KİŞİLİK HAKLARI
Kişisel varlıkların bütününden meydana gelen kişilik, genel bir kişilik
hakkının konusunu oluşturur. Kişinin yaşamı, sağlığı, bedensel ve ruhsal
bütünlüğü, düşün uğraşısı, onur ve ünü, resmi, gizliliği, saygınlığı gibi
varlıkların tümü üzerinde onun, kişilik hakkı vardır. Bu kişinin tekelinde
olan sübjektif haktır; sahibine, kişisel varlıkları üzerinde, başkalarının
saldırılarından korunmuş olarak egemenlik yürütmek, yetkisini sağlar.
Genel bir kişilik hakkının yanında, kendi başına olan tekil (münferit) varlı
klar üzerinde kendi başına olan kişilik haklarından da söz edilmektedir.
Bunlar, sahiplerine, tek başına olan bir kişisel varlık üzerinde bir egemenlik
ve başkalarının saldırılarından korunmayı isteme yetkisi sağlar.
Bu hakların bir kısmı, yasada doğrudan doğruya bir hak oldukları belirtilerek
düzenlenmiştir. Örneğin, isim üzerindeki hak (MK. md. 25). Öte
yandan, hangi varlıkların saldırılardan korunduğuna ve bunların yaptı-
rım gücünün (müeyyidesinin) ne olduğuna ilişkin yasa hükümlerinden
de, tek başına olan kişilik hakları çıkarılabilir. Örneğin, BK. md. 45-
47’den hayat varlığına ve beden tamlığına değin kişilik haklarının çıkarı-
labilme olanağı vardır. Gelgelelim, bu hakların tümü de yasada gösterilmiş
değildir. Böylece genel kişilik haklarında olduğu gibi tek başına olan kişilik
haklarında da korunmaya değer varlıkların neler olduğunu ve hangi
çeşit ihlâllerin hukuka aykırı sayılması gerektiğini saptamak sorunu ortaya
çıkmaktadır.(11)
Özetlersek, hukukumuzda, genel bir kişilik hakkının varlığı kabul
edilmiştir. Ayrıca MK. md. 24 ve BK. md. 49’da öngörülen genel kişilik
hakkının yanında özel kişilik hakları da değişik yasalarda düzenlenmiştir.
Örneğin, MK. md. 25-26, ad üzerindeki hakkı özel olarak düzenlemiş
bulunmaktadır. Öte yandan, BK md. 45-47; FSEK, md. 14 vd., 70, 85-87
ve TK. md. 56 vd. da özel olarak düzenlenen kişilik haklarına örnek diye
gösterilebilir. Gelgelelim, genel kişilik hakkının yanında, özel olarak düzenlenen
kişilik haklarının varlığı, birden çok kişilik hakkının bulunduğu
sonucunu doğurmaz. Gerçekte, bir tek genel kişilik hakkı vardır ki, özel
olarak düzenlenen kişilik hakları, bu genel kişilik hakkının çeşitli görünümlerden
ibarettir.(12) Bir tanım vermek gerekirse denebilir ki, kişilik hakkı,
kişisel varlıkların tümünü içeren ve kişinin varolmak, gelişmek, özgür olmak
ve saygı görmek konusundaki hakkıdır.(13)
Kişilik hakları, kişinin kendi hür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü
sağlar. Bu hak, insanın doğumu ile kazanılan ve kişiliğine bağlı bir haktır.
Hayat, beden ve ruh tamlığı, vicdan, din, düşünce ve ekonomik uğraşılar
özgürlüğü, onur, saygınlık, isim, resim, sırlar hep kişisel varlıklardır. Ki-
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 483
___________________________________________________
(11) TANDO⁄AN, Şahsiyetin Korunması, Sh. 12-14; bkz., ZEVKLİLER, Gerçek Kişiler, Sh. 266-267 ve Medenî
Hukuk, Sh. 306-307; AKİPEK/AKINTÜRK, a.g.e., Sh. 347 vd.
(12) DURAL, a.g.e., Sh. 113; ZEVKLİLER, Gerçek Kişiler, Sh. 267 ve Medenî Hukuk, Sh. 306-307.
(13) ÖZSUNAY, Gerçek Kişiler, Sh. 149.
şilik hakkı, mutlak bir hak niteliğindedir.(14) Kişisel varlıkların korunması
için bireye, subjektif bir özel hukuk hakkı tanınmıştır. Bu hak, sahibinin
hüküm ve yetkisi altında olup, sahibine aynî haklar gibi hukuksal egemenlik
sağlar. Şu da var ki, korunmanın konusu kişiliğin kendisidir.(15)
III. MANEVÎ GİDERİMİN KOŞULLARI (TAZMİNATIN ŞARTLARI)
Borçlar Yasasının 3444 sayılı yasayla değişik 49. maddesine göre, kişisel
varlığına (değerlerine) hukuka aykırı bir biçimde yapılan saldırı sonucu
manevî zarara uğrayan kişi, manevî giderim namıyla bir miktar paranı
n ödenmesi için istemde bulunabilir. Kuşkusuz burada, BK. md. 41
anlamında kusurun, sorumluluğun öğesini oluşturduğu ise, kendiliğinden
anlaşılan bir şeydir.
3444 sayılı yasanın yürürlüğe girdiği 12/5/1988’den önceki olaylara,
BK’nın eski 49. maddesinin uygulanması gerekeceğinden, bununla sınırlı
olarak belirtelim ki, manevî zarar için giderim istenebilmesi, kişi varlığına,
kişilik haklarına ağır bir saldırı olmasına ve kusurun da ağır bulunmasına
bağlıdır. Öte yandan saldırının hukuka aykırı olması da gerekir.
484 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
___________________________________________________
(14) VELİDEDEO⁄LU, Şahsın Hukuku, Sh. 101,102, 107; Bu anlatım, yargısal inançlarda olduğu gibi ve
şöylece benimsenmiştir: “Kişilik hakları, kişinin hür ve bağımsız varlığının bütünlüğünü sağlar. Bu hak,
insanın doğumu ile kazanılan ve kişiliğine bağlı bir haktır. Hayat, beden ve ruh tamlığı, vicdan, din,
düşünce ve ekonomik çalışma özgürlüğü, şeref, onur ve saygınlığı, ünü, isim, resim ve sırları hep kişisel
varlıklardır.” (4. HD. 16/10/1979 T. 6924 E. 11432 K; 19/1/1978 T. 2925 E. 544 K; 25/2/1988
T. 10365 E. 1820 K); ZEVKLİLER, Gerçek Kişiler, Sh. 268-269 ve Medenî Hukuk, Sh. 307-308; ÖZTAN,
Hakikî Şahıslar, Sh. 110-111; “Kişilik hakkı ise, kişinin toplumda mevcut olabilmesi, bir yer edinebilmesi
ve bunu devam ettirebilmesi ile, toplumdaki diğer kişilerden ayırtedilmesini sağlayacak, yani ferdileşebilmesi
için gerekli olan tüm değer ve varlıklar üzerindeki hak olarak tanımlanabilir.
İlk bakışta, yapılan tanım, sosyolojik nitelikte gözükmekteyse de, bu, kişiliğin tanımlanması hususundaki
araştırmalarda hareket noktası olarak, hukuk dışı değerlere başvurulmasının zorunlu olmasından
kaynaklanır. Kanımızca, kişilik hakkının Kanunda bir tanımının yer almaması ve bir çerçeve hüküm
niteliğinde düzenlenip, bunun içinin doldurulmasının uygulamaya ve doktrine bırakılmasından
hareket edilecek olursa, uygulamada bu hükmün doldurulmasında yargıca yararlanabileceği unsurları
kapsayan bir tanımın, doktrin tarafından verilmesinin gerekliliği ortaya çıkmaktadır.
Doktrindeki kişilik hakkının tanımlanmasında kullanılan unsurların kendileri de tanımlanmaya ihtiyaç
duymaktadır. Bu nedenle yargıç, kişilik hakkını belirlerken, doktrine müracaat ettiği zaman, genellikle,
kişilik hakkını belirlemede kendisine yardımcı olacak kriterleri araştırmak zorunda kalacaktır. Bu
kaygılarla biz, kişilik hakkını tanımlamada kriter olan unsurlara biraz daha açıklık getirmek istedik.”
(İlknur SERDAR, Radyo ve Televizyon Yoluyla Kişilik Hakkının İhlâli ve Kişiliğin Korunması, Yıl: 1999,
Sh. 27).
“Kişilik hakkı konusunda çeşitli tanımlar verilmiştir. Meselâ, kişilik hakkını “kişinin var olmak, gelişmek,
özgür olmak ve saygı görmek hususundaki hakkı” şeklinde tanımlayanlar yanında, bu konuda,
“şahsiyet hakları, hak sahibinin hayatının, sıhhatinin, vücud tamlığının ve toplum içindeki durumunun
korunmasına yarayan haklardır” diyenler de vardır. Keza, kişilik hakkının, “kişinin toplum içindeki
saygınlığını ve kişiliğini serbestçe geliştirmesini temin eden varlıkların tümü üzerindeki hakkı” biçiminde
tanımlandığını da görmekteyiz. Kanaatimizce, bu ve benzer tanımların hepsi de kişilik hakkını yeterince
açıklamaktadır ve bu itibarla bizce de makbuldür. Dolayısıyla, konuya ilişkin ayrı bir tanımlama
çabasını gereksiz bulmaktayız.” (Abdulkadir ARPACI, Kişilik Hukuku, Yıl: 2000, Sh. 103).
(15) EGGER, a.g.e., Sh. 291; ÖZSUNAY, Gerçek Kişiler, Sh. 98.
1. HUKUKA AYKIRI OLARAK KİŞİSEL VARLIKLARA
SALDIRIDA BULUNULMASI
A) KİŞİSEL VARLIKLARIN SAPTANMASI (TESPİT EDİLMESİ)
BK. md. 49/1 anlamında manevî giderim istemlerinde, hâkimin, ilkin,
dâva konusu yapılan kişisel varlığın, korunmaya değer bir varlık olup
olmadığını saptaması gerekir. Bunun için de, hâkim, öncelikle yazılı hukuka
başvurmalıdır. Yalnızca, özel hukuk yasaları değil, Anayasa ve Ceza
Yasası ve öteki özel yasalar da göz önünde tutularak, kişisel hakkın
saldırıdan korunmuş olup olmadığı belirlenmelidir. Yazılı hukukta bir
hüküm yoksa, yazılı olmayan hukuka baş vurulmalı, üstelik kişisel varlığı
n korunmaya değer olup olmadığını, hâkim, hukuk yaratarak belli etm
e l i d i r .( 1 6 )
B) SALDIRININ HUKUKA AYKIRI OLDU⁄UNUN BELİRLENMESİ
Borçlar Yasasının 3444 sayılı yasayla değiştirilen 49. maddesi ile
“Şahsiyet hakkının hukuka aykırı bir şekilde tecavüze” uğraması koşulu
öngörülmüş, Medenî Yasanın yine 3444 sayılı yasayla değişik 24/II. maddesinde
şu hükme yer verilmiştir: “Şahsiyet hakkı ihlâl edilenin rızası-
na veya üstün nitelikte bir özel ya da kamu yararına veya kanunun
verdiği bir yetkiye dayanmayan her tecavüz hukuka aykırıdır.” Şu
duruma göre, bu tanım çerçevesinde BK. md. 49‘un uygulaması yönünden
saldırının hukuka aykırı olup olmadığı belirlenecektir.
a) Ruhsal varlıklar yönünden
Kişinin duygu yaşantısı ve düşünce dünyası, kendi iç onur ve kişili-
ği, uğraşı erkinliği (faaliyet serbestisi) kişisel varlıklar olup, yasaca korunmuştur.
Duygu yaşantısı, ruhsal uyum ve denge, ruhsal sükûn, onur
bilinci, namus duygusu, aile birliği ve yakınlarla var olan gönül bağlılığı,
kişisel varlıklardır. Manevî acılar verdirilmek, gücendirilmek yolu ile r u hsal
varlıklara saldırılmış olur. Yersiz dâvalar ya da icra koğuşturmaları
ile bir kimseye eziyet etmek, bir başkasının duygu yaşantısı ile oynamak,
kadının iğfal edilmesi ile ailenin sükûnunu bozmak, hısımlara karşı h a y ası
z eylemler işlemek, hep hukuka aykırıdır.( 1 7 ) Eğer, bir
avukat, amaçlayarak
(kasden) ya da bilinçli taksir (ağır ihmal) ile yersiz davalar açarak
ya da icra koğuşturmaları yaparak bir kimseye ruhsal yönden eziyet
e d e r s e, BK. md. 49’daki öğelerin (unsurların) gerçekleşmesiyle manevî
giderim ile sorumlu olur. Üstelik, 1136 sayılı yasanın 34. maddesiyle genel
olarak yüklenen ödev ile 38/a’daki kesin buyruğa aykırı davranılmış
demektir. Bunun gibi, bir avukatın, ortada yasal nedenler (kanunî sebepler)
yok iken hâkimin reddi yoluna gidip hak alınmasını geciktirmesinde
de durum böyledir. Bu tutum, ardarda yapılan red dileklerinde daha be-
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 485
___________________________________________________
(16) Bkz., EGGER, a.g.e., Sh. 270-278; TANDO⁄AN, Şahsiyetin Korunması, Sh. 14-16; KANETİ, a.g.e., Sh.
190 vd.; ÖZTAN, Hakikî Şahıslar, Sh. 112
lirgin olur. Öbür yanın hakkına kavuşması için çıkarılan engeller, böylece
onun ruhsal sükûnunu bozar. İş sahibinde, yukarıda örneklerde olduğ
u gibi böyle bir davranışta bulunması için istek yaratan
avukat, önayak
olan (müşevvik) sayılır. Onun eylemini kolaylaştırması, böylece katkı
da bulunması yardımcı (fer’an methaldar) diye nitelendirilmesini gerektirir.
Belirtelim ki, burada, BK md. 51/I uyarınca dayanışmalı (müteselsil)
sorumluluk v a r d ı r .
b) Kişinin onur ve saygınlığı yönünden
aa) Kişinin genel olarak onur ve saygınlığı
Kişinin, kamu içindeki durumu ile ilgili değerleri arasında, “şeref ve
haysiyet” önemli bir yer tutar. Kişinin onuru ve saygınlığı, onun toplum
içindeki değerleridir.(18) Başka bir söyleyişle, içinde yaşadığı toplumun gerekli
saydığı ahlâksal niteliklere sahip olduğu ya da böyle kabul edildiği
için kişiye verilen değeri anlatır. Kişinin onuru ve saygınlığı göreli (nisbî)
bir kavramdır. İnsanın içinde bulunduğu çevreye ve zamana göre değişir.
O nedenle, hâkim onur ve saygınlığa bir saldırı olup olmadığını, ahlâksal
telakkilere ve o zamanda ve o yerde egemen olan inançlara göre
saptar.(19)
Kişinin onur ve saygınlığının ihlâli, onun ahlâksal değerlerini z e d e l eyecek
davranışlarda bulunmaktadır.( 2 0 ) Kişiyi küçük düşürmek, onurunu
kırmak, gülünç duruma sokmak,( 2 1 ) kişisel varlığının ihlâli n e l i ğ i n d e d i r .
Ceza Yasasında, kişinin şeref ve onuru, özel olarak da korunmuştur
(md. 125). Şu da var ki, kişinin ahlâksal değerini indirecek davranışların,
her halde, Ceza Yasasının suç saydığı nelikte olması gerekli değildir. Bir
kimseyi, kamuoyu önünde küçük düşürmek amacını güden yüklemeler
(isnatlar), açıktan açığa (âlenen) olmasa bile hakarette bulunmak, bir
kimsenin saygınlığını (itibarını) bozacak nelikte haberleri çeşitli araçlarla
ve yollarla yaymak,
ceza koğuşturmasını gerektiren ve ahlâk duyguları
nı inciten eylemlerin işlenmiş olduğunu y ü k l e m e k, hukuka aykırı davranı
şlardır. İlgilinin ahlâksal durumu hakkında kötü bir izlenim yaratacak
olsa bile, doğru olayın bildirilmesinde ve yayınlanmasında, kural olarak,
hukuka aykırılık yoktur. Ne var ki, yerine göre, bu açıklamayı çevr
e leyen durumlardan ötürü, özellikle haklı çıkarların korunması için de-
ğil de, hukuk ya da genel ahlâkın izin vermediği bir amaç uğruna hareket
edilmişse ya da açıklamaya hakaretle karışık bir biçim verilmişse h u k u-
486 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
___________________________________________________
(17) EGGER, a.g.e., Sh. 280.
(18) ÖZSUNAY, Gerçek Kişiler, Sh. 116; bkz. Bülent KÖPRÜLÜ, Medenî Hukuk; Yıl: 1979, Sh. 269; KILICO⁄-
LU, a.g.e., (Basın), Sh. 61.
(19) DURAL, a.g.e., Sh. 127, 129; SERDAR, a.g.e., Sh. 34.
(20) EGGER, a.g.e., Sh. 285; KANETİ, a.g.e., Sh. 192; ÖZSUNAY, Gerçek Kişiler, Sh 116; bkz., ZEVKLİLER,
Gerçek Kişiler, Sh. 280 ve Medenî Hukuk, Sh. 314.
(21) VELİDEDEO⁄LU, Şahsın Hukuku, Sh. 121.
ka aykırılık olabilir.( 2 2 ) İçinde onur kırıcı yüklemeler bulunan bir broşürün
yayınlanması biçim ve amaç yönünden, onura saldırı neliğinde ise,
yüklenilen olaylar gerçek bile olsalar, bu yayınlama, kişilik haklarına saldı
rı s a y ı l ı r .( 2 3 ) Yansız ve objektif olduğu ve amacı yasak bulunmadığı sürede
e l e ş t i r i l e r, üstelik açıktan açığa ve genel de olsa, hukuka aykırı de-
ğ i l d i r .( 2 4 ) Bunun gibi, herkesin kamu işlerini ve kamu görevini yapan insanları
eleştirmek hakkı yardır. Gelgelelim, bu eleştirme objektif sınırları
a ş a r a k, haksız bir kötüleme ya da kötü inançlı bir küçümseme neliği
alırsa hukuka aykırıdır.( 2 5 )
bb) Kişinin meslekî ve ticarî onur ve saygınlığı
Kişinin meslekî ve ticarî onuru ve saygınlığı da, kişilik haklarının alanı
na girer. Bir işverenin kötü inançlı olduğu, sözünü tutmadığı, işçilere
kötü davrandığı, işçileri sömürdüğü yüklemelerini desteksiz olarak kamuya
duyurmak hukuka aykırıdır.( 2 6 ) Üçüncü bir kişinin meslekî saygınlığı
nı sarsacak nelikte yanlış iddialar ve bilgiler yayımlamak, bir tacirin
işâs etmek üzere olduğunu yaymak, haklı bir çıkarın korunması amacı
ile de olsa hukuka aykırıdır. Buna karşılık meslek alanında bir kimse
hakkında kötüleyici bilgiler verilmesi, bu bilgiler gerçeğe uygunsa ve o
kimse buna kendi davranışlarıyle meydan vermişse hukuka aykırı değildir.
B i l i r k i ş i n i n taraf tutmakla suçlanması, sosyal konuları ele alan bir
bilim adamının komünist olduğunun söylenmesi, bir ebenin h a v ai o l d u-
ğu ve doktoru iş geçtikten sonra çağırmış bulunduğu suçlaması, bir tacirin
ödeme yeteneğinin kuşkulu olduğu havasının yaratılması,( 2 7 ) h u k uka
aykırıdır.
c) Kişinin gizlilik alanı yönünden
aa) Genel olarak
Kişinin bu alanı, gizli tuttuğu ve gizli tutmakta yasalı (meşru) çıkarının
bulunduğu olaylardan meydana gelir. Kişiliğin gelişmesi için, kişinin kendine
özgü bir gizli yaşam alanı vardır ki, onun rızası olmadan bu alanı kimse
öğrenemez. Haberleşme gizliliğinin ihlâli, kişinin özel yaşantısını casuslukla
öğrenme, meslekî sırlarını öğrenme, hukuka aykırıdır. Bunlar
başkalarına örneğin, doktora, avukata verilirse, onlar, bunu açığa vuramazlar.
Mektuplar, gizli kalması gereken belgeler başkalarına gösterilirse,
telefon konuşması, gizli bir hat ile çalınıp dinlenirse, doktorların, avukatları
n meslekleri gereği olarak öğrendikleri sırları ve kendilerine gizli
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 487
___________________________________________________
(22)KANETİ, a.g.e., Sh. 192-193; SERDAR, a.g.e., Sh. 78.
(23) VELİDEDEO⁄LU, Şahsın Hukuku, Sh. 121’deki FMK.
(24) VELİDEDEO⁄LU, Şahsın Hukuku, Sh. 132; bkz., BECKER, (Reisoğlu çevirisi), Sh. 303.
(25) KANETİ a.g.e., Sh. 193.
(26) EGGER, a.g.e., Sh. 285; KANETİ, a.g.e., Sh. 193.
(27) ÖZSUNAY, Gerçek Kişiler, Sh. 118-119.
olarak verilen belgeleri başkalarına yayarlarsa(28) hukuka aykırı davranılmı
ş demektir. Anıların okunması, evin gözetlenmesi, bilgi ve izin dışında
konuşmaların banda alınması, konut dokunulmazlığının ihlali, aile ilişkilerinin
öğrenilip açıklanması, gizlice Şlim ve resim çekme, özel yaşamın
bir romana ya da oyuna konu yapılması, telefonla devamlı olarak rahatsı
z etme, hep hukuka aykırı davranışlardır.
bb) Kişinin özel yaşamı ve gizlilik alanı
Kişinin özel yaşamının gizliliğine dokunulamayacağı, Anayasamızın
20. maddesiyle de desteklenmiş ve böylece özel hukuktaki koruma için de
hâkime sağlam bir dayanak verilmiştir. Özel yaşamın ihlâlleri, bu yaşam
çerçevesine giren olayların öğrenilmesi, başkalarına anlatılması ve yaşamı
ndan söz edilen kişi hakkında bir değer yargısını içeren bildirimlerde
bulunulması biçiminde olur. Kişinin yaşam alanı üçe bölünebilir. Gizli
alan diye nitelendirilebilecek çevre, bireyin yalnız kendisine saklı kalması
nı istediği yaşam olaylarını içine alır. Birey, kural olarak, bu olayların,
bütün öteki insanların bilgisinden uzak kalmasını arzu eder. İkinci özel
alandır ki, kişinin birlikte oturma, birlikte çalışma ya da günün olayları
üzerinde birlikte konuşma dolayısıyla kendisine yakın kişilerle ortak olan
ve yalnız bunlarla paylaşmak istediği yaşam görünümlerini (hayat tezahürlerini)
kapsar. Üçüncüsü de ortak (kamuya açık) alandır ki, insanın
herkes gibi genele açık yerlerde, toplantılarda, törenlerde giriştiği uğraşı-
lar bu alana girer. Kişilik, gizli ve özel alanları kapsar. Kural olarak, ortak
alan buraya girmez. Ortak alan için bilgi toplanabilir, kanı açıklanabilir,
olaylar öğrenilebilir. Şu var ki, bu el atma dürüstçe yapılmalıdır. Buna
karşılık, kişinin özel ya da gizli alanına değgin (ait) olaylar hakkında bilgi
toplamaya ya da böyle olaylar, izin verilmiş olan bir yolla öğrenilmiş olsa
bile, bunları, bu alana giren kişiler çevresi dışına taşımaya yer yoktur.(
29) Kişinin özel yaşamına ve gizlilik alanına yapılan elatmalar, hukuka
aykırıdır.
Hangi biçimde olursa olsun, hukuka aykırı olarak, gizli dinleme ve
gizli gözetleme yoluyla kişinin özel yaşamına ve gizlilik alanına sızılması,
kişilik hakkına saldırıyı oluşturur. Öte yandan böyle bir yolla elde edilen
bilgiler, kişiye karşı delil diye kullanılamaz. Tersi durumda haberleşmenin
gizliliğini (AY. md. 22) ve düşünce özgürlüğünü (AY. md. 25) koruma
altına alan Anayasa hükümlerine aykırı davranılmış ve öte yandan kişiye
manevî varlığını geliştirme hakkı tanıyan Anayasanın 17. maddesi de çiğ-
488 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
___________________________________________________
(28) Bkz., EGGER, a.g.e., Sh. 287-288; KANETİ, a.g.e., Şh. 195; VELİDEDEO⁄LU, Şahsın Hukuku, Sh. 122-
123; ayrıca bkz., KÖPRÜLÜ, a.g.e., Sh. 277; TCK, md 198, 530; SÜHEYL DONAT, Meslek Sırrının Açıklanması
Suçu, Yıl: 1978, Sh. 46 vd.; ZEVKLİLER, Gerçek Kişiler, Sh. 290 vd. ve Medenî Hukuk, Sh. 317
vd.; ÖZ-TAN, Hakikî Şahıslar, Sh. 125 vd.; KILICO⁄LU, a.g.e., (Basın), Sh. 85 vd.
( 2 9 ) TANDO⁄AN, Şahsiyetin Korunması, Sh. 24/27; ayrıca bkz., DURAL, a.g.e., Sh. 135 vd.; ÖZSUNAY, Gerçek
Kişiler, Sh. 126 vd.; KÖPRÜLÜ, a.g.e., Sh. 275 vd.; ZEVKLİLER, Gerçek Kişiler, Sh. 290 vd. ve Medenî
Hukuk, Sh. 317 vd., ÖZTAN, Hakikî Şahıslar, Sh. 125 vd.; KILICO⁄LU, a.g.e., (Basın), Sh. 84 vd.;
SERDAR, a.g.e., Sh. 38 vd. “Davalı avukatın, davacının oğlunun iyileştirilmesi için yapılan tıbbî araştırmaya
verilen karşılıkları, bilgileri ele geçirerek bunları yapıtda kamu oyuna açıklaması, Özel yaşamın
gizliliğine dokunulamıyacağı esasına aykırı bir davranıştır.”(4. HD. 28/3/1977 T. 2430 E. 3602 K).
nenmiş olur. Bunun gibi bir kimsenin susma hakkına sahip olduğu bir
konuda, gizlice banda alınmış sözlerinin kendisine karşı delil olarak kullanı
lması, “Hiç kimse, kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını
suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz”
yolundaki Anayasamızın 38/V. maddesinin açıkça ihlâli sayı-
lır. Türk öğretisinde baskın görüş, gerek anayasal temel hak ve özgürlükler
ve gerekse
ceza yargılamasının temel ilkeleri yönünden
yasa dışı gizli
dinleme sonucunda elde edilen ses bandlarının delil olarak kabul edilemeyeceğ
i kanısındadır.(30) Burada önemle belirtelim ki, AY. md. 11’deki kuraldan
ötürü, yukarıda sözü edilen Anayasa hükümleri, kişilik hakkının
korunması yönünden hâkimi bağlayın nitelikte olup, kişiliğin saldırılardan
korunması, Anayasa hükümlerinin ışığı altında değerlendirilmelidir.
İşte bu durumda, Anayasanın üstünlüğü ve Anayasaya bağlılık ilkeleri,
özel hukuk alanında da bir anlam kazanmış olur.(31)
Gerçek kişilerin özel yaşamı konusunda, şeref kırıcı gerçeğe aykırı
yayınlarda bulunmak bütün durumlarda hukuka aykırıdır. Kişilik hakları
nı sarsan gerçeğe uygun olan olayların yayını hukuka uygun sayılabilmesi
için, ilgili kişinin kamu yaşantısına katılmış olması ve özel yaşama
ilişkin olayların yaşantısındaki durumu yönünden önem taşımaları gerekir.
Bir kişinin kamu yaşantısına katılmış sayılması için, kamu görevi
yüklenmiş olması ve özel yaşantısının halkın gözü önünde geçmesi gerekir.(
32) Ne var ki, bir kimsenin, kamu görevlisi ya da kamuya mal olmuş
bir kişi olması, özel yaşama her elatmayı haklı göstermez. Elatmanın hukuka
aykırı olması için, bir kamu çıkarının bulunması ya da kişilerin kamuya
mal oldukları yönlerle ilgili bulunması gerekir. Eğer kamu görevlisi
ya da kamuya mal olmuş kişilerin özel yaşamı, gerekli olan kişilerden daha
çoğuna açıklanırsa, hukuka aykırı davranılmış olur. Bunun gibi üstün
çıkar, ad belirtmeden, yalnızca olayın açıklanmasiyle sağlanabiliyor idiyse,
adın açıklanması, özel yaşam alanına hukuka aykırı yolda elatmayı
oluşturur.(33)
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 489
___________________________________________________
(30) ÖZSUNAY, Gerçek Kişiler, Sh. 113 vd. Bu açıklamalar doğrultusunda bkz., Ergun ÖZBUDUN, Özel Haberleşmenin
Gizliliği, Ankara Hukuk Fakültesinin Ellinci Yıl Armağanı, Yıl: 1977, Sh. 285 vd.; ZEVKLİ-
LER, Gerçek Kişiler, Sh. 294 vd. ve Medenî Hukuk, Sh. 319 vd.
(31) Bkz. DURAL, a.g.e., Sh. 114/115.
(32) KANETİ, a.g.e., Sh. 195.
(33) DURAL, a.g.e., Sh. 14b; bkz., ZEVKLİLER, Gerçek Kişiler, Sh. 298 ve Medenî Hukuk, Sh. 320; OZTAN,
Hakikî Şahıslar, Sh. 127-128; “Kamu oyunda belli durumları yönünden tanınmış olanlar; örneğin sanatkar,
politikacı, devlet adamı niteliğindeki kişilerin uğraşıları yönünden özel yaşamlarının dokunulmaz
ve gizli alanları öteki yurttaşlara göre çok sınırlıdır. Başkalarının yasanın korunması altında bulunması
itibariyle gizliliğine dokunulmayacak olan özel yaşamlarına oranla bu bölüm kimselerin özel
yaşamlarının önemli bir bölümü, toplumun tecessüs ve öğrenme isteklerinden uzak tutulamaz. Bu isteğ
in başlıca gerçekleşme araçlarından biri de basındır. Bununla beraber basının bu hakkı salt ve sı-
nırsız değildir. Duyurmadaki bu hakkı açıkladığı özel yaşamın gerçek dışı hikâyelerle süslenmesine veya
konu edilen kişiliğin gülünç duruma düşürülmesine olanak sağlıyamayacağı gibi ayrıca bu yolla yayı
ma konu edilen kişinin küçük düşürülmesine, vekar ve haysiyetine, iffetine taarruza olanak sağlamaz.”
(4. HD. 2811111974 T. 10763 E. 16320 K).
Özel yaşam ve gizli alanın açıklanması, kişinin rızasına dayanıyorsa,
hukuka aykırılık yoktur. (Örneğin, bir sanatçı ile yapılan röportaj). Şu var
ki, rıza ile yapılan açıklamanın hukuka aykırı sayılmaması, iki koşulun
bir arada gerçekleşmesine bağlıdır. Bunlardan birincisi, açıklamanın gerçek
ve doğru olmasıdır. Öyle ki, haber veren ya da röportaj yapan kimse,
kendisinden bir şey katmadan açıklamaları olduğu gibi yapmalıdır. Tersi
durumda, kişilik hakkına hukuka aykırı saldırıda bulunmuş olur. İkinci
koşul ise, eğer açıklayan bir sınırlama getirmişse, açıklamanın yalnızca
belirlenen kişilere yapılmasıdır. Bu sınır aşılmış olursa, yani açıklama, belirtilen
kişiler çevresi dışına taşırılırsa, bu durumda da hukuka aykırılık
gerçekleşir.(34)
cc) Kişinin yazısı, mektupları ve anıları üzerindeki hakkı
Mektup, hatıra ve buna benzer yazılar konusunda 5486 sayılı Şkir ve
Sanat Eserleri Yasasının 85. maddesinde şu özel hükme yer verilmiştir:
“Eser mahiyetinde olmasa bile, mektup, hatıra ve buna benzer
yazılar yazanların ve bunlar ölmüş ise 19 ncu maddenin 1 nci fıkrası
nda yazılı kimselerin muvafakati olmadan yayınlanamaz. Meğer ki,
yazanın ölümünden itibaren on yıl geçmiş bulunsun.
Mektuplar birinci fıkradaki şartlardan başka muhatap veya muhatap
ölmüş ise 19 uncu maddenin birinci fıkrasında yazılı kimselerin
muvafakati olmadan yayınlanamaz; meğer ki, muhatabın ölümünden
itibaren 10 yıl geçmiş bulunsun.
Yukarıdaki hükümlere aykırı hareket edenler hakkında Borçlar
Kanununun 49 ncu maddesi ve Ceza Kanununun 197 ve 199 ncu
maddeleri hükümleri uygulanır.
Birinci ve ikinci Şkra hükümlerine göre yayımın caiz olduğu hallerde
de Medenî Kanunun 24. maddesi hükmü mahfuzdur.”
Böylece, yasa koyucu özel bir düzenleme ile “Eser mahiyetinde olmasa
bile, mektup, hatıra ve buna benzer yazılar”ın yazanın, onamı (muvafakati)
olmadan yayımlanamayacağını öngörmüştür. Burada, yayımlamama
ödevi yüklenilmiş olup tersi durumda ise hukuka aykırılık gerçekleşir.
Eğer onam dışı, kişisel varlığı oluşturan sırlar, anılar yayımlanmış
olursa, kişilik hakları saldırıya uğrar. Genel bir anlatımla belirtelim ki, bu
durumda, BK. md. 49 çerçevesinde manevî giderimle sorumluluk sözkonusu
olur.
dd) Kişinin resmi (fotoğrafı) üzerindeki hakkı
Kişinin kendi resmi üzerindeki hakkı da gizlilik alanına girer.(35) Bir
kimsenin rızası olmadan resminin gösterilmesi, örneğin, bir kadının resmi
elde edilerek bir kimseye verilmesi, bir kimseye ait resmin, reklâm amacı
490 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
___________________________________________________
(34) DURAL a.g.e., Sk. 139/140; bkz., ZEVKLİLER, Gerçek Kişiler, Sh. 296 ve Medenî Hukuk, Sh. 320; ÖZTAN,
Hakikî Şahıslar, Sh. 127.
(35) EGGER, a.g.e., Sh. 290;KANETİ, a.g.e., Sh. 196.
ile el ilânlarında, sigara kutularında, çikolata kartlarında basılıp kullanılması,
kural olarak, hukuka aykırıdır.(36)
d) Kişinin ailesi çevresi yönünden
Aile, Anayasamızda da toplumun temeli olarak düzenlenmiştir. Ailenin
bütünlüğü, saygınlığı, aile bağları, aile ilişkileri, aile sadakati, aile bireylerinin
onur, şeref ve saygınlığı, ataların anısı, her türlü ihlâllere karşı korunmuştur.
Gerçekte de, ailenin, kişisel değerler arasında önemli ve üstün
bir yeri vardır.
Ailenin bütünlüğüne yöneltilmiş olan haksız eylemler, o aileye oluşturan
bireylere karşı doğrudan doğruya işlenmiş sayılır. Öyle ki, “ailenin
saşığını, vakar ve saygınlığını korumanın herkes için ahlâksal bir görev”
olduğu(37) ve öte yandan, başkalarının evliliğine saygı gösterme yolunda
genel bir ödevin varlığı kabul edilmektedir.(38)
Kişinin aile ilişkilerinin bozulması, ailenin vakar ve saygınlığına saldrı
lması, aile bağlarına, ailenin onuruna, şereŞne, aile sadakatına ihanet
edilmesi de kişilik haklarına yöneltilmiş haksız davranışlar olup manevî
tazminatı gerektirir.(39),(40)
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 491
___________________________________________________
(36) VELİDEDEO⁄LU, Şahsın Hukuku, Sh. 123; SAYMEN, Manevî Tazminat, Sh. 119
(37) 4. HD. 19/1/1978 T. 2925 E. 544 K.
(38) FMK., KANETİ, a.g.e., I, No. 144.
(39) FEYZİO⁄LU, a.g.e., (1976), Sh. 606; bkz., EREN, C. II, Sh. 391.
(40) BK. md. 49’un uygulanması yönünden saldırının hukuka aykırı olup olmadığını belirlemek bağlamında
“kişinin aile çevresi” ile ilgili olarak yukarıda yapılan açıklamada desteklendiği gibi, burada, kişilik
hakklarının (değerlerin) doğrudan doğruya ihlâl edilmesi sözkonusudur. Gerçekte de örneğin eşlerden
biriyle evlilik dışı ilişkisi kuran üçüncü kişi, öbür eşin kişilik haklarına saldırmış olur. Karısının
onuru, şeref ve saygınlığı ihlâl edilmesinde kocanın bu nitelikteki kişisel değerleri de saldırıya uğrar.
Kadının zorla ırzına geçilmesinde, kocanın ve çocukların aile bütünlüğü, kişilik hakları ihlâl edilmiş
olur. Zina eylemi, aileyi tamamlayan çocukların da manevî değerlerine saldırıyı oluşturur. Tüm bu örneklerde
“yansıma zararı” değil kişilik haklarına (değerlere) doğrudan yapılan bir saldırı (ihlâl) sözkonusudur.
Ki, bir eylemle birden çok kişinin kişilik haklarının saldırıya uğraması olanaklıdır. Kısacası
hâkim, somut olayda nedensellik bağının gerçekleşmesi durumunda, saldırının (ihlâlin) kişilik hakları-
na doğrudan yöneldiğini kabul edip BK. md. 49’daki koşulların oluşması çerçevesinde “manevî giderim”
takdir edilmelidir, (ayrıca bkz., EREN, a.g.e., 1994, Sh. 401; O⁄UZMAN/ÖZ, a.g.e., Sh. 645-646).
Belirtmek gerekir ki, BK. md. 49 alanında “yansıma zararı” kabul edilmesi, son çözümde sorumlulu-
ğun sınırlandırılmasına yol açar. Öyle ki, “yansıma zararının” sözkonusu olması durumunda, yasada
böyle bir zararın giderilmesini içeren bir hüküm yoksa, “yansıma zararına” uğrayan kişi, hukuksal korunmadan
yoksun bırakılmış olur. Ki, BK md. 49 anlamında “yansıma zararı” kavramına tutunarak
manevî giderim istemini engelleyen görüşte (HATEMİ, Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, Sh. 106) yerindelik
yoktur. Bu eleştiri, TEKİNAY/AKMAN/BURCUO⁄LU/ALTOP için de (a.g.e., 1993, Sh. 668) geçerlidir.
Şunu da ekleyelim: TEKİNAY/AKMAN/BURCUO⁄LU/ALTOP, BK md. 47 ile ilgili olarak açıklama yaparlarken
(a.g.e., 1993, Sh. 658/659) şöyle demektedirler: “Doktrinde hâkim olan görüşe göre, manevî
tazminat talep hakkı, doğrudan doğruya beden tamlığı ihlâl edilen kişiye tanınmaktadır; yansıma
yoluyla acı duyan kişiler manevî tazminat isteyemezler. Yargıtayımızın bir kararında bu esas uygulanmı
ş ve “çocuklarının iki gözünün kör olmasının ana babaya manevî giderim hakkı vermeyeceği açıklanmı
ştır”. Kanaatimizce, böyle hallerde uygun illiyet bağı aramak ve ana babaya tazminat hakkı tanı
mak daha doğru olurdu.” Oysa ki, yazarlara göre,” Kişilik haklarının ihlâlinden doğan manevî tazminat
istemi de, kural olarak, ancak doğrudan saldırının kişilik haklarına yönelik olduğu kişiye tanınmı
ştır. Yansıma yoluyla zarara uğrayan, manevî tazminat talep etmek hakkından yoksundur.” (a.g.e.,
1993, Sh. 668). Görülüyor ki, BK. md. 47 çerçevesinde “yansıma yoluyla zarara uğrayana manevî giderim
istemi” tanınırken, BK md. 49 bağlamında “yansıma yoluyla zarara uğrayandan manevî giderim”
esirgenmekte, böylece benzer konularda çelişkili bir durum ortaya çıkmış bulunmaktadır.
e) Atalara yapılan saldırılar yönünden
Yukarıda da (II, 1, A) belirtildiği üzere, kişinin yaşamı, sağlığı, beden
ve ruh tamlığı, düşün uğraşısı, onur ve ünü, resmi, gizliliği ve saygınlığı-
nın yanı sıra atalarına karşı taşıdığı saygı duygusu gibi varlıklarının bütünü
kişiliği oluşturur. İşte, MK. md. 24 ve BK. md. 49 ile kişisel varlıklar
korunmuştur. Önemle vurgulayalım ki, yasa koyucu, MK. md. 24 ve BK.
md. 49’da kişisel varlıklarını birer birer sayarak, hâkimi, bunlarla bağlamak
istememiştir; öğreti ve yargısal inançlarla kişisel varlıkların çevresinin
belirlenmesi öngörülmüştür. Öte yandan, hâkim, korunmaya değer
kişisel varlıkların neler olduğunu ve yapılan saldırının hukuka aykırı bulunup
bulunmadığını ortaya koyarken, yazılı hukuka başvurmakla kalmayacak,
yazılı hukukta bir hüküm yoksa, yazılı olmayan hukuka da başvurabilecek,
üstelik hukuk ta yaratabilecektir.
f) Kişinin ekonomik uğraşları yönünden
Kişinin ekonomik alanda da bir kişilik hakkı vardır. Kişi, kişiliğini
ekonomik alanda geliştirebilir, güçlerini ekonomik yaşantıda kullanabilir.
Herkes serbest rekabete katılma ve ona göre davranmakta haklıdır. Ekonomik
yaşantıya serbestçe katılma hakkını olağanüstü biçimde sınırlayan
ve bu hakkın özünü zedeleyen davranışlar, hukuka aykırıdır.(41)
C) KİŞİLİK HAKKININ KORUNMASININ SINIRLARI
Kişisel varlık, kişilik hakkı ile korunmuş bulunmaktadır. Kişilik hakları,
genel olarak korunmuş hukuksal değerlerdir. Şu da var ki, hiç bir
hak sınırsız değildir. Gerçekten de, kişilik haklarının sınırları ne kadar
geniş tutulursa, uğraşı erkinliği de o ölçüde daraltılmış olur. Kişilik hakları
nın sınırsız korunması, kişisel özgürlüğü ve uğraşı erkinliğini (faaliyet
serbestisini) dayanılmaz biçimde daraltır. Bu anlamda, hukuksal çıkarları
n, başka bir söyleyişle, kişilik hakkı ile öteki kişilerin kişisel özgürlüğü
arasında bir çatışma vardır. Bu yönden, kişilik haklarına tanınacak korunma,
kişisel özgürlükle uzlaşabildiği ölçüde olacaktır. Ödevledin yerine
getirilmesi için gerekli olan özgürlük büsbütün kısılmamalıdır.(42) Çatışan
çıkarlar arasında sınırın ise, MK. md. 1 uyarınca, hâkim tarafından çizil-
492 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
___________________________________________________
(41) Geniş bilgi için bkz., EGGER, a.g.e., Sh. 299 vd., KANETİ, a.g.e., Sh. 197; ayrıca bkz., FRANKO, a.g.e.,
Sh. 87 vd.; DURAL, a.g.e., Sh. 143 vd.; ZEVKLİLER, Gerçek Kişiler, Sh. 298 vd. ve Medeni Hukuk, Sh.
321 vd.
“Anayasa’nın 48 ve 49. maddelerinde düzenlenmiş olan çalışma özgürlüğünün, kişinin temel hak ve
özgürlüklerinden olduğu belirtilmiştir. Kişinin temel haklarına yönelen saldırı, onun kişilik değerlerinin
zarar görmesine neden olur. Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi kişinin haklarına haksız bir saldırı olması
halinde manevi tazminat verilmesini öngörmektedir. Dava konusu olayda davalıların TCK 201.
maddesinde düzenlenmiş olan çalışma özgürlüğünü kısıtlama suçunu işlemiş oldukları ceza davasında
verilen hükümlülük kararı ile sabittir. Davacıların temel haklarından olan çalışma özgürlüğü ve serbestçe
iş bulma olanaklarını engelleyen, onların iş dünyasında ciddi ve ağır bir endişe yaratan, sosyal
ve ekonomik geleceklerini olumsuz yönde etkileyen böyle bir eylem, aynı zamanda kişilik haklarına da
ağır bir zarar vermiş olur. Böylece davacıların kişilik değerleri suç sayılan bir eylem ile saldırıya uğramı
ş olduğundan Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde öngörülen manevi tazminat unsurları oluşmuştur.”
(4. HD. 13/12/1999 T. 8861 E. 11038 K)
(42) EGGER, a.g.e., Sh. 294-295; KANETİ, a.g.e., Sh. 198.
mesi gerekir.(43) Kişilik haklarının esnek ve kapsamlı niteliklerinden ötürü,
başkalarının kişilik haklarıyla ya da başkaca hak ve özgürlükleriyle çatı
ştığı sık sık gözlemlenmektedir. Somut olayda, çatışan haklardan birinin
üstün tutularak korunmadan yararlanması ötekinin ise bu nedenle korunma
dışında bırakılması, bir zorunluluk olarak ortaya çıkar. Hâkim,
somut olayda, çatışmayı çözüme bağlayan bir yasa kuralı bulunmasa bile
bir sonuca varmak zorundadır. Hukukun başlıca amacı, çıkar çatışmaları
nı dengelemek olduğuna göre, böyle bir çatışmayı düzene koyan bir
yasa kuralının bulunmaması, zorunlu olarak bir yasa boşluğu sayılmalı-
dır. Hâkim, bu yasa boşluğunu, çatışan değerleri karşılıklı olarak tartmak
yoluyla dolduracaktır. İşte, hâkim, genel olarak MK. md. 1 uyarınca hukuk
yaratmada başvurulan ölçüleri uygulayarak, yasa boşluğunu doldurmalı
ve böylece çatışan değerlerden hangisinin üstün tutulacağını belirlemelidir.
Hâkim, hangi hukuksal değerin ağır bastığını saptarken, yasanı
n örneksenerek (kıyasen) uygulanmasından yararlanarak, buna olanak
olmazsa, hukukun genel ilkelerine, karşılaştırmalı hukuka, toplumun
hukuk duygusuna, hakseverlik ve adalet esaslarına başvuracaktır. Böylece,
hâkim, yasaca korunan iki çıkardan birinin ötekine üstün bulunduğunu
belirtecek, bu çıkar üstünlüğü ötekinin çiğnenmesinin hukuka uygun
olduğu sonucuna götürecektir. Çatışan değerleri karşılıklı olarak tartacak
hâkimin, hukuk yaratmasında kaynağını bulan bu hukuka uygunluk nedenine
dayalı olarak, önemli çıkarı koruma uğruna daha az önemli çıkar
feda edilecektir.(44)
Demek ki, kişilik hakları, belli sınırlar içinde korunmuştur. Bu hak,
üstün çıkarlarla sınırlandırılmıştır. Kişilik haklarına saldırıda bulunan
kimse, eğer, üstün çıkarları korumak için davranmışsa kişilik hakkı korunmadan
yararlanamaz. Ne var ki saldırının izlediği hedeşerin korunmaya
değer bulunması yetmez; onun, başvurduğu araçlar yönünden aşın
davranmaması gerekir.(45)
Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 8/12/1978 Gün, 2086 Esas,
13877 Karar sayılı ilâmında, burada yer verilen bilgilerin olduğu gibi benimsendiğ
i saptanmıştır. Şöyle ki; “...çatışan hak ve ihlâl edilen çıkarlar
arasındaki sınırın MK’nun 1. maddesindeki ana kural uyarınca hâkim tarafı
ndan büyük bir özenle çizilmesi gerekir. Çünkü, kişilik haklarına saldı
rıda bulunan kimse, eğer üstün çıkarları korumak için davranmışsa,
halele uğratılan kişilik hakkı korunmadan yararlanamaz. Ne var ki, tecavüzün
izlediği hedeşerin korunmaya değer bulunması yetmez, başvurulan
araçlar yönünden aşırı davranılmaması gerekir... Kişilik haklarının ihlâli
görünümünü taşıyan eylem ve davranışlar, diğer kişilerin ya da ka-
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 493
___________________________________________________
(43) KANETİ, a.g.e., Sh. 198; “...hukukî çıkarların (yararların) çatışması halinde çatışan çıkarlar arasındaki
sınırın, MK’nun 1. maddesindeki ana kural uyarınca hâkim tarafından büyük bir özenle çizilmesi gerekir...”
(HGK. 9/4/1982 T. 981/14-56 E. 348 K).
(44) KANETİ, a.g.e., Sh. 7/8; SERDAR, a.g.e., Sh. 125 vd.
(45) EGGER, a.g.e., Sh. 296/297.
munun üstün çıkarlarını korumak amacı ile yapılmışsa, doğru amaca yönelik
olduklarından hukuka aykırı sayılamaz...”(46)
Şu yöne de deyinmekte açıkça yarar vardır: Medenî Yasanın 24. maddesinin
2. fıkrası hükmünün karşıt kavramından çıkan sonuca göre; saldı-
rının, kişilik hakkı ihlâl edilenin rızasına veya üstün nitelikte bir özel ya
da kamu yararına veya yasanın verdiği yetkiye dayanması durumunda,
hukuka aykırılık oluşamaz. İşte bu ölçütün BK. md. 49 yönünden de uygulanması
gerekir.
Demek ki, üstün nitelikteki özel yarar, bir hukuka uygunluk nedeni
olarak benimsenmiştir.
Üstün nitelikteki özel yarar biçimindeki hukuka uygunluk nedeni kişilik
haklarına yönelik saldırılarda da karşımıza çıkabilir. Bu durum özellikle
hak arama özgürlüğü ve savunma hakkı (AY. md. 36) açısından
önem taşır. Hak arama özgürlüğü ya da savunma hakkını kullanan kişi,
başkasının kişilik hakkını ihlal etmiş de olabilir. Burada çatışan iki değer
vardır. Bunlardan birincisi saldırıya uğrayan kişinin kişilik hakkının korunması
na ilişkin yarar; diğeri ise hak arama özgürlüğünü ve savunma
hakkını kullanan kişinin bu konuda korunmasına ilişkin yarardır. Çatışan
bu iki yarardan, hak arama özgürlüğünü ve savunma hakkını kullanan
kişinin yararı daha üstün nitelikte tartılabilir. Ki, bu amaçla sarfedilen
sözler dolayısıyla sorumluluk gündeme gelmez. Ne var ki, bu eylemin bir
hukuka uygunluk nedeni sayılıp sorumluluğa yol açmaması için, hak
arama ve savunma hakkım kullanma amacının bulunması ve bu amacın
sınırları içinde kalınması zorunludur. Elinde hiçbir kanıtı olmadığı halde,
bir başkasını itham eden hatta ona iftira niteliğinde iddialarda bulunan kişi
hak arama özgürüğü hukuka uygunluk nedeninden yararlanamaz; bu
özgürlük, kişilere başkaları hakkında gelişigüzel ithamlarda ve iftiralarda
bulunma hakkını veremez. Öte yandan, savunma hakkı da hak arama özgürlüğ
ü gibi Anayasal bir haktır. Bu hakkın tanınmasının amacı ise, kişinin
kendisini yetkili merciler ve yargı organları önünde savunabilmesidir.
Öyleyse bu hak amacı ve sınırları içinde kullanılmış olursa, işte bu durumda
hukuka uygunluk nedeni sayılabilir. Eğer bu hak bahane edilerek ya
da bu hakkın arkasına sığınılarak bu vesile ile başkalarının kişilik hakları
na saldırılırsa, sorumluluk söz konusu olur. Çünkü, bu olasılıkta amaç
ve sınır aşılmış bulunmaktadır. Savunmada, itham ve iddiaların gerçeklerle
bağdaşmadığı ileri sürülebilir. Şu var ki, bu yapılırken, karşı yanın
gereksiz cümleler ve açıklamalarla kişilik hakkına saldırılması durumunda,
üstün nitelikteki özel yarardan, hukuka uygunluk nedeninden söz etmek
olanaksız kalır.(47)
494 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
___________________________________________________
(46) “Kişilik haklarının sınırları, kamu yaran gerektiriyorsa, aşılabilir. Yani kamu yararı ile kişi yararı çatı
ştıkta, kamu yararı tercih edilir.” (4. HD. 31/10/1978 T. 11402 E. 12234 K.)
(47) Ahmet KILICO⁄LU, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Yıl: 2004, Sh. 206; bkz., Mine KAYA, Özel Hukukta
Özel Hayatın Korunması, YD, Ocak-Nisan 2006, Sh. 51/98; Mustafa KILICO⁄LU, Tazminat Hukuku,
2006, Sh. 1058 vd.
Anayasanın 36. maddesiyle iddia ve savunma hakkının kullanılması
güvence altına alınmakla birlikte, bu haklar kötüye kullanılırsa kişilik
hakkına yapılan saldırı hukuka aykırı olur.(48) Hakkın kullanılmasında, o
hakkın sınırları aşılırsa, bu durumda, özel yarar üstünlüğü ortadan kalkar;
eylem, hukuka aykırı olur.(49)
Konuyu, Yargıtay kararlarıyla da örnekleyelim:
a) “Anayasanın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında,
yine Anayasanın Temel Haklar ve Hürriyetlerin niteliği başlığını taşı-
yan 12. maddesinde de herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez,
vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka,
17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma
ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadı
r. Medeni Kanun’un 24. maddesinde, kişilik haklarına yapılan saldı
rının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır. 25. maddesinde
ise, kişilik haklarına karşı yapılan saldırının dava yolu ile korunaca-
ğı belirtilmiş, BK.nun 49. maddesince de saldırının yaptırımı düzenleme altı
na alınmıştır.
Görüldüğü üzere, Anayasa’da ve yasalarda kişinin hak arama özgürlüğ
ü ile kişilik değerleri güvence altına alınmıştır.
İşte bu noktada, hak arama özgürlüğü ile kişilik hakları karşı karşıya
gelmiş olabilir. Sorun bu değerlerden hangisine üstünlük tanınacağı noktası
nda toplanmaktadır. Bir taraftan kişinin hak arama özgürlüğü güvence
altına alınmışken, diğer taraftan kişilik haklan da Anayasal ve yasal güvence
altına alınmıştır. Buna karşın kişi, hakkım ararken, karşı yanın kişilik
değerlerine saldırıda bulunabilir. Onu hukuka aykırı bir eylemle suçlayabilir.
Hukukun, karşı karşıya gelen bu iki değeri aynı konuda ve zamanda
koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları
ile çatışmış olur. Aslında konu biraz yakından incelendiğinde her iki
değerin aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut
olaydaki, özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.
Şu durumla uyuşmazlığın çözümünde, hak arama özgürlüğünün, tüm
özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmadığı, diğer bir anlatımla kişi, istedi-
ği biçim ve koşulda ve salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamayacağı,
aksi halde bu hakkı kötüye kullanmış sayılacağı kabul edilerek,
Anayasa ve yasaların öngördüğü güvenceden yararlanamayacaktır.”
(HGK. 17/4/2002 T. 2002/3-324 E. 327 K.; bu doğrultuda: 4. HD. 19/2/2004 T.
12459 E. 1848 K.)
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 495
___________________________________________________
(48) Kemal O⁄UZMAN/Turgut ÖZ, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, Yıl: 1995, Sh. 481,491; Dip not 413:
Bu doğrultuda; ; 4. HD. 18.3.1986 T. 1872 E. 2422 K.; HGK. 21.7.1987 T. 4/332 E. 29 K.
(49) Şkret EREN, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C:1, Yıl: 1998, Sh. 586.
b) “Anayasa’nın Temel Hak ve Özgürlükler Bölümü’nde yer alan ve gerekse
MK’nun 24 ve 25. maddesinde ve yine özel yasalarda güvence altı-
na alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunmaması da yasal ve
hukuki bir zorunluluk ve gerekliliktir.
Açıklanan bu yasal düzenlemelerden ve yargısal uygulamalardan da
anlaşılacağı üzere, basının özgürlüğü ile kişilerin, kişilik değerlerinin karşı
karşıya geldiği, diğer bir anlatımla, hukuk düzenince koruma altına alınan
yararların birbirine karşı çatışma içinde bulundukları biçiminde bir görünümün
var olduğu kanısı uyanmaktadır.
Halbuki hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altı
na alması düşünülemez. Aksi halde hukukun kendisi, kendi kuralları ile
çatışmış olur. Aslında, yapılan düzenleme, hukukun diğer temel kavranılan
ile birlikte incelendiğinde, iki yararın aynı anda ve aynı olayda birbiri ile
çatışmadıkları, somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan
bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği anlaşılacaktı
r. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması
gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince
korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.” (4. HD. 28/6/2004 T.
7746 E. 8416 K.)
c)
“Hukuk düzeninin, çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına
alması düşünülemez. Aksi halde hukukun kendisi, kendi kuralları ile çatışmı
ş olur. Aslında, yapılan düzenleme, hukukun diğer temel kavramları ile
birlikte incelendiğinde, iki yararın aynı anda ve aynı olayda birbiri ile çatı
şmadıkları, somut olaydaki olgular itibariyle koruma altına alınmış bulunan
bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği anlaşılacaktı
r. Bunun sonucunda da, daha az üstün olan yarar, daha çok üstün tutulması
gereken yarar karşısında, o olayda ve o an için hukuk düzenince koruması
z kalmasının uygunluğu kabul edilecektir.” (HGK. 9/7/2003 T.
2003/4-437 E. 468 K.)
2. KUSUR SORUNU
Borçlar Yasasının 3444 sayılı yasayla değiştirilen 49. maddesi hükmüne
göre, “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi,
uğradığı manevî zarara karşılık manevî tazminat namıyla bir miktar paranı
n ödenmesini dava edebilir.” Böylece, 3444 sayılı yasanın yürürlüğe
girdiği 12/5/1988’den sonraki olaylarda manevî giderim(50) için, BK. md.
496 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
___________________________________________________
(50) “Davada çözümlenecek olan, davacının manevî tazminata hak kazanıp kazanmadığıdır. Bu konuyu
düzenleyen Medenî Kanunun 24 ve Borçlar Kanununun 49 uncu maddesine göre, tazminat için öncelikle
kişilik hakkının ihlâl edilmesi gerekir. Kişilik hakkının ihlâli, kişilik değerlerinden birine veya birkaçı
na müdahale etmeyi, el atmayı ve bunları çiğnemeyi ifade eder. Kişilik hakkının ihlâlinden manevî
zarar doğmadıkça gene tazminat istenemez. Bir şahsın kişilik değerlerinde iradesi dışında meydana
gelen eksilmeye manevî zarar denilmektedir. Manevî zarar, buna uğrayan kişinin genellikle maddi
veya manevî bir acı duymasına sebep olur. Ancak manevî zarar, duyulan bu acı, çekilen ıstırap değildir.
Acı ve ıstırap, manevî zararın sadece sonucu olabilir, öyleyse manevi zarar, kişilik hak ve değerlerinde
irade dışında gerçekleşen objektif eksilmedir. Bu eksilme ile ihlâl arasında uygun illiyet bağı bulunmadı
kça gene manevî tazminat isteme hakkı doğmaz.” (4. HD. 18/12/1986 T. 7598 E. 8412 K.).
41’de öngörülen kusurun gerçekleşmesi yeterli olacaktır ki(51) kuşkusuz,
burada, BK. md. 41 anlamında kusurun, sorumluluğun öğesini oluşturdu-
ğu ise, kendiliğinden anlaşılan bir şeydir.
Belirtmek önemlidir ki, 3444 sayılı yasayla düzenleme yapılırken BK.
md. 49’daki yalnızca kusurun ve bozulmanın özel ağırlığı koşulu kaldırılmı
ştır. Yeni biçimiyle BK. md. 49’da kusurdan hiç sözedilmemesi, bu bağ-
lamda bir kusursuz sorumluluk kabul edildiği anlamında asla değerlendirilemez.
Tersi bir yorum, yasanın dizgesi ve de amacıyla bağdaşmaz. Burada,
kusura dayanan sözleşme dışı sorumluluk (BK md. 41) ile kusur
aranmayan sözleşme dışı sorumluluk (BK md. 54, 55, 56, 58, MK md.
369) için öngörülen koşulların gerçekleşmesine bağlı olarak BK. md. 49
çerçevesinde manevî giderimin gündeme gelmesi sözkonusudur.
Şunu da ekleyelim: BK md. 49’un “yeni metni, bir kusur karinesi getiren
madde olarak yorumlanması gerekir”(52) yolundaki görüşün de yasal
dayanağı yoktur.(53)
§3. AVUKATIN SORUMLULU⁄U
I. GENEL OLARAK
Bir avukatın manevî giderimle sorumlu olup olmadığını saptarken,
yukarıda yer verilen bilgilerin (§2) göz önünde tutulması gerekir.
Üstün nitelikteki özel bir yarar bulunup bulunmadığı sorunu, avukatı
n hak arama özgürlüğü ya da savunma hakkını amacı ve sınırları içinde
kullanıp kullanmadığı ile yakından ilgili olduğu için, bu bağlamda yukarı
da yapılan açıklamaların verilen bilgilerin manevî giderimle avukatın sorumluluğ
unu belirlemede yol gösterici nitelikte olduğuna da vurgu yapmak
gerekir.
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 497
___________________________________________________
(50 DEVAM)Yargıtayın bu kararındaki, “manevî zarar, buna uğrayan k işinin genellikle maddî veya manevi
bir acı duymasına sebep olur. Ancak manevî zarar, duyulan bir acı, çekilen ızdırap değildir. Acı
ve ızdırap, manevî zararın sonucu olabilir, öyleyse, manevî zarar, kişilik hak ve değerlerinde irade dı-
şında gerçekleşen objektif eksilmedir” yolundaki anlatım, objektif görüşün benimsendiğinin deyimidir.
Oysa, İsviçre ve Türk hukukunda egemen olan (baskın) görüş, sübjektif görüştür ve Yargıtayın kökleşen
içtihatları da bu doğrultudadır. (Bkz. KOCAYUSUFPAŞAO⁄LU, I. Sempozyum, Sh. 144 vd.).
(51) Bu doğrultuda olarak bkz., Kemal O⁄UZMAN, İsviçre ve Türkiye’de Medeni Kanun ve Borçlar Kanununda
Şahsiyetin Hukuka Aykırı Tecavüze Karşı Korunması ve Özellikle Manevi Tazminat Davası Bakı
mından Yapılan Değişiklikler, Prof. Dr. Halûk Tandoğan’ın Hatırasına Armağan, 1990, Sh. 341’35;
Ahmet KILICO⁄LU, Medenî Kanunda Manevî Tazminatta Ağır Kusur Konusunda Yapılan Değişiklik,
Yukarıda az önce anılan eser, Sh. 107/108; EREN, a.g.e., C. II, 4. bası, 1994, Sh. 388; TEKİNAY/AKMAN
/BURCUO⁄LU/ALTOP, a.g.e., 7. baskı, 693/694; O⁄UZMAN/ÖZ, a.g.e., Sh 642; Turgut ÖNEN,
Borçlar Hukuku, Yıl: 1995, Sh. 155; SERDAR, a.g.e., Sh. 302.
(52) HATEMİ, Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku, Sh. 104.
(53) “BK. m. 49 hükmünün yeni haliyle bir “kusur karinesi” getirdiği görüşünde olan Hatemi’nin (Hatemi,
Sözleşme Dışı Sorumluluk Hukuku § No, N. 5, Not 1) bu görüşüne katılmamız sözkonusu değildir”
(O⁄UZMAN/ÖZ, a.g.e., Sh. 643, not. 17).
II. ÖZEL OLARAK
Avukatlar, savunma ile görevli oldukları hakları korumak için, karşı
yanın şeref ve onurunu ihlâl edici iddialar ileri sürmek zorunda kalabilirler.
Avukat, temsil ettiği yanın çıkarlarını, öteki yanın bundan doğabilecek
zararlarını düşünmeden sert biçimde savunmak durumundadır.( 5 4 )
A v u k a t ı n yüklendiği meslekî ve toplumsal ödev bunu gerektirir. Şu da
var ki, avukatın, temsil ettiği yanın çıkarlarının korunmasının gerektirdiği
ölçüyü ve objektif bir tartışma sınırını aşan, öteki yanın kişiliğini hedef tutan,
onu küçük düşürmeye ve dürüst olmayan bir adam olarak göstermeye
yönelmiş saldırıları, hukuka aykırıdır ve avukatın sorumluluğunu gerektirir.
Dava ile korunan çıkarın haklı gösterdiğinden öteye giden bir
taşkınlık hukuka aykırıdır. Hakkın korunması için gerekli bulunan ve
yersiz biçimde saldırgan olmayan objektif bir üslûpla yapılan savunma,
hukuka aykırı değildir. İddia ve savunmaların karşı yanın kişiliğini ihlâl
edici görülen bölümlerinin bağımsız olarak değil, bütün içindeki yerine
göre ve bu çerçeve içinde değerlendirilmesi sonucunda, savunmanın hukuka
aykırı olup olmadığı belli edilmelidir. Avukatın bilirkişiye hücum
edebilme hakkı daha sınırlıdır. Bilirkişinin verdiği rapor ve üstelik bilgisi
ve yeterliği sert eleştirinin konusu yapılabilirse de avukatın bilirkişinin
karakterine, yansızlığına, kişiliğine karşı ileri sürdüğü eleştirinin,
doğru ve desteklenir olması ve hakkın korunması için tam bir zorunluk
olarak görülebilecekleri ölçüyü aşmamış bulunması gerekir. Avukat, bilirkişinin
kendisi gibi adaletin yardımcısı olduğunu ve hâkimin ona güvendi-
ğini gözden k a ç ı r m a m a l ı d ı r .( 5 5 )
Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 2/5/1975 Gün, 1160 Esas,
5782 Karar sayılı ilâmında, yukarıda yapılan açıklamaların ve belirtilen
ölçünün benimsediği gözlemlenmektedir. Şöyle ki;
“Doktrinde genellikle kabul edilen baskın görüş, savunma durumunda
olan kişilerin ya da onları savunmakla görevli olan avukatların, karşı
tarafın, tanıkların, bilirkişilerin kişisel haklarını ihlâl edici iddiaları ileri
sürmek zorunluğunda kalabilecekleri hususudur... Avukat temsil ettiği
tarafın çıkarlarını, öteki tarafın bundan doğabilecek zararlarını düşünmeden
sert ve hatta merhametsiz bir biçimde savunmak durumundadır
(...): Çünkü avukatın yüklendiği mesleksel ve toplumsal görev bunu gerektirir...
Ancak... savunma dokunulmazlığı denilebilecek bu hak mutlak
ve sınırsız değildir...
...Dâva ile korunan çıkarın haklı gösterdiğinden öteye gitmeyen, bir
taşkınlık teşkil etmeyen, hakkın korunması için gerekli bulunan ve yersiz
biçimde saldırgan olmayan objektif bir üslûpla yapılan savunma hukuka
aykırı değildir (...). Buna karşılık, avukatın temsil ettiği tarafın çıkar-
498 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
___________________________________________________
(54) EGGER, a.g.e., Sh. 299.KANETİ, a.g.e., Sh. 205.
(55) KANETİ, a.g.e., Sh. 205/206; bkz., FRANKO, a.g.e., Sh. 109 öd; ÖZSUNAY, Gerçek Kişiler, Sh. 126.
larının korunmasının gerektirdiği ölçüyü ve objektif bir tartışmanın sını-
rını aşan, yersiz ve haksız olarak karşı tarafın kişiliğini hedef tutan, onu
küçük düşürmeye ve dürüst olmayan bir kişi olarak göstermeye yönelik
saldırılar hukuka aykırıdır ve avukatın sorumluluğunu gerektirir. Başka
bir deyişle, karşı tarafın kişisel ilişkilerini rencide edebilecek savunması-
nı, davanın amacı haklı gösterdiği, bu savunma gerçekten esasa yararlı ve
etkili olduğu, hatta zarurî bulunduğu takdirde hukuka aykırılıktan söz
edilmesi olanaksızdır. Bu bakımdan, savunmanın sınırının saptanmasında
herşeyden önce, iddia ve savunmaların karşı tarafın kişiliğini ihlâl edici
görülen bölümlerinin bağımsız olarak değil, bütün içindeki yerine göre
ve bu çerçeve içinde değerlendirilmesi ve bu yol ile savunmanın hukuka aykı
rı olup olmadığı yönünün belli edilmesi gerekir.”(56)
Tekrar belirtelim ki, şeref ve onuru zedeleyici açıklamaların, iddiaları
n ileri sürülmesi, hakkın korunması için gerekli bulunması ve yersiz biçimde
saldırgan olmayan bir üslûpla yapılması durumunda, hukuka aykı
rılık yoktur; tersi durumda ise, vardır. Savunmada, korunan çıkarın
haklı gösterdiğinden öteye giden taşkınlık yapılması hukuka aykırıdır.(57)
b) Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 6/10/1982 Gün, 7945 Esas,
8212 Karar sayılı ilâmında, vekillik verenin çıkarlarının korunmasının gerektirdiğ
i ölçüyü aşan, nesnel (objektif) bir tartışmanın dışına çıkan, di-
ğer taraŞn kişiliğini hedef tutan ve onu küçük düşürmeye yönelik saldı-
rıların hukuka aykırı ve avukatı sorumlu kıldığı şöylece belirtilmiştir:
“Borçlar Kanununun 49. ve Medenî Kanunun 24. maddeleri ile korunan,
teminat altına alınan şahsiyet hakları denen kişisel yararların halele
uğratılması, her zaman manevî tazminatı gerektiren nedenlerden değildir.
Kişisel yararların halele uğratılması durumu için, öngörülen manevî
tazminat davası, genellikle kusurun ve zararın ağır olması şartını öngördüğ
ü cihetle; zarar ağır olduğu halde eylemi işleyenin ağır kusuru bulun-
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 499
___________________________________________________
(56) “Adalet başvurağı (mercii) önünde suçsuzluğu belirtebilme hakkının gereği gibi kullanılabilme amacı ile
söylenen sözler ya da yazılar ceza yönünden sorumluluğu gerektirmediği halde, kişilik haklarını halele
uğratması durumunda giderim borcunu doğurabileceğinin benimsenmesi, yasa koyucunun amacına
aykırı düşer. Savunmayı gereği gibi yapabilmek, sanığa yasa hükmü ile tanınmış bir hak olduğundan
bu davranış, haksız eylem yönünden hukuka aykırılık niteliğini taşımaz. Savunma hakkının kullanılması
sırasında, kendisi hakkındaki ihbarı yapan kimse ve koğuşturma açılmasına yol açan olayları
anlatırken kullanılan sözler, muhbirin kişilik haklarını halele uğratmakla birlikte bu şeref ve onur giderici
sözlerin, manevî giderimi gerektirip gerektirmiyeceğinin saptanmasında, yasanın öngördüğü öğelerin
varlığı aranır. Savunma hakkının Ceza Yasasınca da benimsenen üstünlüğü ve sorumsuzluğu ilkesi
nasıl suçluluğu ortadan kaldırıyorsa, bu nedenler savunmayı kısıtlayıcı etkisi yönünden kişilik hakları
nı halele uğratma niteliğindeki haksız eylemde hukuka aykırılık ilkesini bir yana iter. Şundan ötürü
ki, tersi görüşün benimsenmesi, savunma durumunda olan kimseyi ceza sorumluluğundan kurtarmı
ş olduğu halde, giderim tehdidi altında savunmayı rahatça ve gereği gibi yapabilmek durumundan
uzaklaştırır ve adaletin kendisi için gerçekleşmesini istemede, sağlamada engeller. Kullanılan değimlerden
biri başlı başına alınıp incelenecek yerde konuşma ya da yazının bütünü birlikte düşünülüp incelenmek
ve bütünüyle hukuka aykırı bir sonucun doğmasının istenip istenilmediğini araştırmak gerekir.”
(4. HD. 8.7.1966 T. 8647 E. 7471 K.)
(57) Bkz., KANETİ, a.g.e., Sh. 205 206; TUNCOMA⁄, a.g.e., (1976), Sh. 495; TEKİNAY/AKMAN/
BURCUO⁄LU/ALTOP, a.g.e., Sh. 906-907.
maması veya kusur ve zarar ağır olsa bile bazı istisnaî durumlarda tazminat
takdirini gerektirmeyebilir. Bu durum genellikle savunmadan do-
ğan sorumsuzluk halinden ibarettir. Gerçekten Türk Ceza Kanununun
486. maddesinde bu nitelikte bir tecavüz veya halele uğratma eylemleri,
bir ceza davasında taraşarca savunma yapıldığı sırada gerçekleşirse kovuşturma
yapılmayacağı esası benimsenmiştir. Kanunun kabul ettiği ve
ancak
ceza yönüne ilişkin olan bu esas mutlak olmayıp bir adalet mercii
önünde sanığın usulce tanınmış bir hak olarak kendisinin yapmaya yetkili
bulunduğu bir işin yapılması sırasında; ezcümle savunma haklarının
kullanılması gibi bir işlemin sınırları içinde bulunması şartına bağlıdır. Savunmaya
bağlı sorumsuzluk olarak nitelendirilen bu hak savunma sınırı
aşılmadığı, adalet mercii önünde dava veya usul işlemi sırasında kullanıldığı,
savunmaya ilişkin olduğu ve suçsuzluğu belirtmeyi amaç tuttuğu
sürece faydalanabilecek bir haktır. Adalet mercileri önünde hakkın gere-
ği gibi ileri sürülmesinde,
ceza sorumluluğu altında kalabilme kuşku ve
korkusu ile gerçekleri olduğu gibi açıklamamayı bertaraf etmek ve savunmanı
n rahatça yapılıp adaletin gerçekleşmesini tereddütsüz sağlayabilmek
için, buna zorunluk vardır.
Kanun başka durumlarda suç sayılan bu
olayı belirtilen sınırlan içinde suç olmak durumundan çıkarmıştır.
Bununla beraber bu nitelikteki bir eylem, Borçlar K anunu karşısında
zararlandırıcı bir eylemdir. Ancak kişisel yararların halele uğratılması
şeklinde gerçekleşen bir eylemin manevî tazminat takdirini gerektirmesi
için Borçlar Kanununun 49. maddesinde öngörülen ve yukarıda açıklanan
kusurun ve zararın ağırlığından başka ve bunlarla birlikte aynı kanunun
41. maddesinde öngörülen hukuka aykırılık, uygun neden sonuç
bağı unsurlarını da kapsaması gerekir. Eylemi işleyenin kusuru ve zarar
ağır olsa bile eylemde hukukça aykırılık, zarar ve uygun sebep sonuç ba-
ğı unsurlarından birinin eksikliği manevî tazminat takdirine engeldir. O
halde savunma hakkının kullanılması sırasında kullanılan sözler, diğer
tarafın kişisel haklarını halele uğratmakla beraber bu şeref ve haysiyeti
giderici manevî tazminat takdirini gerektirip gerektirmediğinin tesbitinde
kanunun öngördüğü unsurların varlığı şarttır. Savunma hakkının
Ceza Kanununda benimsenen üstünlüğü ve sorumsuzluğu ilkesi nasıl
suçluluğu ortadan kaldırıyorsa; bu nedenler savunmayı kısıtlayıcı etkisi
yönünden kişisel varlıkları halele uğratma niteliğindeki haksız eylemde
hukuka aykırılık ilkesini bertaraf eder. Çünkü aksi görüşün kabulü savunma
durumunda olan kimseyi
ceza sorumluluğundan kurtulmuş olduğ
u halde, tazminat tehdidi altında savunmayı rahatça ve gereği gibi
yapabilmek durumundan uzaklaştırır ve adaletin kendisi için gerçekleşmesini
engeller. Bu sonuç ise kanun koyucunun amacına aykırı düşer.
Bundan başka kusurun ağırlığı şartının gerçekleşmesi durumu da gerekir.
Kasıt hukuka aykırı bir sonucun doğmasını düşünme ve isteme olarak
belirtm e l i d i r .
500 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
Davaya konu olan olayda davalı Cemal davacı Saliha’ya müessir Şil
ika etmekten ötürü
ceza mahkemesinde yargılanmış ve sonuçta dövmek
suçundan mahkûm olmuştur. Sanığın müdaŞi bulunan diğer davalı Ali,
mahkumiyet kararı aleyhine kanun yoluna başvururken temyiz dilekçesinde
(davacı ve kızı çingene olup işleri güçleri müvekkilinin yolunu kesmek,
tehdit etmek ve hakkında iftiralarla dava açarak onu taciz edip zorla suç
işletmektir) sözlerini kullanmıştır. İşte Saliha ile kızı olan diğer davacı
Hatice bu sözlere dayanarak manevî tazminat istemektedirler.
Şu halde haksız eylemi işleyen, mahkemenin de kabulü gibi davalı
sanık Cemal değil, müdaŞi diğer davalı Ali’dir. Bu nedenle eylem, sanığın
usulce tanınmış bir hak olarak kendisinin yapmağa yetkili bulunduğu bir
işin yapılması sırasında gerçekleşmemiştir. Kaldı ki müdaŞin aynı işi sanı
ktan farksız olarak yapmaya yetkisi bulunduğu benimsense bile ortada
hukuka aykırılık unsurunun bulunmadığı ileri sürülemez. Çünkü, sözü
edilen sözler savunma sırasında değil mahkûmiyet kararı verildikten sonra
kanun yoluna başvurmak için verilen temyiz dilekçesinde söylenmiştir.
Avukat yazarken düşüncelerini olgun ve objektif bir biçimde açıklamalı-
dır. Meslekî çalışmasında hukuka ve yasalarla ilgisiz açıklamalardan kaçı
nmalıdır. Savunma heyecanına rağmen karşı taran kışkırtıcı davranışlardan
çekinmek zorundadır. Kendisi savunmanın sadece hukukî yönü
ile ilgili olup taraşar arasındaki anlaşmazlığın doğurduğu düşmanlıkların
dışında kalmalıdır. O halde avukatların mesleklerini icra ederken bu kuralları
n dışına çıkmaları ve olayda olduğu gibi savunması ile görevli oldukları
hakları korumak için iddia ve savunmalarda bulunmak zorunda
kaldıklarında savunulması istenilen yararın haklı gösterdiğinden öteye giden
taşkınlıkları hukuka aykırı olacaktır. Vekâlet verenin çıkarlarının korunması
nın gerektiği ölçüyü aşan, objektif bir tartışmanın sınırlarının dı-
şına çıkan, diğer tarafın kişiliğini hedef tutan ve onu küçük düşürmeye
yönelik saldırılar herhalde hukuka aykırı olur ve avukatı sorumlu kılar.
Mahkemece (Çingene deyimi bir kavime mensup kişileri anımsatır, bir
grup kişiye verilen genel bir isimdir. Çerkez, Boşnak, Abaza ve Lâz gibi
Çingene olmak hiçbir zaman kusur ve bir eksiklik değildir. Böyle bir ayı-
rım insanların her bakımdan eşit olması gerektiği kuralına ters düşer) gerekçesiyle
davanın reddine karar verilmiştir. Oysa davacıların denildiği gibi
belli bir kavime mensup olduklarına dair dosyada delil yoktur. T e m y i z
dilekçesindeki sözlerin açıkça ve gereksiz olarak davacıları küçük düşürmek
amacı ile harcandığının kabulü gerekir. Aksinin kabulü herkesin birbirine
bu şekilde söz sarfetmiş olmalarının hukuka aykırı sayılmayacağı
sonucunu doğurur ki, hukuk kuralları böyle bir durumu haklı göstermez.
O halde her iki davacı yararına manevî tazminat olarak takdir edilecek
uygun bir miktar paranın davalı Ali’den tahsiline karar verilmek gerekirken
onun hakkında davanın yazılı olduğu şekilde reddine karar verilmiş
olması bozmayı gerektirir.” Yine bu özel dairenin 21/1/1985 Gün,
10035 Esas, 191 Karar sayılı ilâmının doğrultusu da böyledir:
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 501
“Davalı aleyhine İzmir 7. Asliye
Hukuk Mahkemesinin 1982/69 esası
nda açılan
boşanma davasının yargılaması şurasında davalının verdiği
bilgiye dayanılarak vekilinin yazdığı ve yine davalının benimsediği
24.8.1982 günlü dilekçede davacının gayrimeşru olarak iki de çocuk sahibi
olmuştur. Boşanıp bu kere onları kurtarmak amacını da gütmektedir”
sözlerinin gerçek dışı ve iftira olduğunu, bu sözlerle şeref ve haysiyetinin
zedelendiğini bildirerek 1.000.000 TL. manevî tazminat istemiş, yerel
mahkeme “davacı vekilinin davacı için cevap dilekçesinde yazdığı sözlerin
davalıdan sadır olduğu kabul edilse bile bunun Borçlar Kanununun 49.
maddesinde manevî tazminata varlık verilebilecek ağır kusur teşkil etmeyeceğ
i, ayrıca TCK’nın 486. maddesi de bu gibi dilekçe ve sair evrakın hakaret
suçunu oluşturmayacağından TCK’nın 38. maddesi gereğince manevî
tazminat istenemiyeceğinden” söz ederek davayı reddetmiş, davalı
yararına 75.000 Ura avukatlık parası vermiş, davacının temyiz isteği üzerinde
verilen karar, dairemizin 984/5314-5740 sayılı ve 18.6.1984 günlü
kararı ile onanmış ise de; davacının karar düzeltme isteği üzerine dosya
yeniden incelendiğinde;
Davalı, aleyhine açılan
boşanma davasına, vekili aracılığı ile verdiği
24.8.1982 günlü dilekçe dava ile ilgilidir. Gerçekten TCK’nın 486. maddesinin
1. fıkrasında “yaptıkları iddia ve müdafaaların ihtiva ettiği hakareti
mutazammın yazı ve sözlerinden” dolayı takibat yapılamayacağı kuralı
nı getirmekle, savunma hakkının üstünlüğü ve sorumsuzluğu ilkesi benimsenmiştir.
Savunma hakkının üstünlüğü ve cezaî sorumsuzluğu haksız
eylem sorumluluğunun esas öğelerinden biri olan “hukuka aykırılığı” da ortadan
kaldırır. Bununla beraber, Ceza Yasasının savunma hakkına tanıdı-
ğı üstünlük kötüye kullanılır, dava bahane edilerek veya iddia ve savunmanı
n sınırı aşılarak, yasanın amacı dışına çıkılarak kişilik haklarına saldı
rı olursa, eylem yine hukuka aykırı olacaktır. Nitekim TCK’nın 486. maddesinin
son bendinde saldırıya uğrayanın isteği üzerine tazminata hükmedileceğ
i vurgulanmıştır.
O halde davaya konu olayda, dava ile ilgili olarak verilen 24/8/1982
günlü dilekçedeki sözlerin hakaret eylemini oluşturup oluşturmadığı,
oluşturuyorsa savunma sınırlarını ve yasanın savunmaya verdiği üstünlük
amaçlarını aşıp aşmadığı üzerinde durmak gerekecektir.
Davalının verdiği bilgiye dayanılarak yazılan ve davalı tarafından da
benimsenen dilekçedeki “davacının gayrımeşru iki çocuğu vardır” sözleri,
boşanma davası ile ilgili ve savunma sınırları içinde kaldığı düşünülebilir.
Ancak bu suçlama davacının toplumda sosyal ve ahlâkî itibarı olan
onur ve haysiyetine saldırı olduğundan, davalının gerçek olmadığını bildiğ
i ve gerçekliğini ne
boşanma davasında, ne de tazminat davasında kanı
tlamaya dahi yeltenmediğinden hukuk hâkiminin, bir
ceza hâkimi gibi,
davalının kullandığı sözleri,
ceza ve sorumluluk hukuku açısından değerlendirmesi
gerekir. Davalı, hakkındaki davayı ve savunma hakkını bahane
ederek davacıya belli bir eylem isnat etmekle, madde tayini yolu ile ha-
502 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
karet suçunu işlemiştir. Bu hakaret suçu TCK’nın 486./ilk maddesi uyarınca
takibata konu olmasa bile, davacının, toplumun ahlâki değer ölçülerine
göre kınanmasına neden olmakla şeref ve haysiyetine saldırıdır. Davalı
davacının evlilik dışı çocuğu olmadığını bilmektedir. Boşanma davasını,
savunmanın üstünlüğü hakkını bahane ederek ve davacıyı zararlandırmak
amacıyla davaya konu sözleri kullanmakla Borçlar Kanununun 49.
maddesinde “ağır kusur” koşulu gerçekleşmiştir. Mahkemece yukarıda
açıklanan ilke ve düşüncelere göre uygun bir manevî tazminata karar verilmek
gerekirken davanın reddî usul ve yasaya aykırı olup davacının karar
düzeltme isteği bu nedenle yerinde görülmüştür.”
c) “Hakkın kullanılması olarak kabul edilen savunma hakkı, 2 7 0 9
sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36. maddesinde; “Herkes meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı
ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahiptir” biçiminde düzenlenmiştir.
-Görülüyor ki Anayasanın kabul ettiği esasa göre, iddia ve
savunma hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak
suretiyle olmalıdır.- İddia ve savunma hakkının her türlü etkiden
uzak olarak kullanılması esastır. Bir davada taraşarın yargı mercileri
önünde iddia ve savunmalarını hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe
yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti, dava konusu olayın aydınlığa
kavuşması bir başka anlatımla, hakkın meydana çıkarılmasına vesile olması
amacına hizmet etmelidir. Böyle olduğu takdirde Anayasanın öngördüğ
ü meşru vasıta ve yollara başvurulmuş olur. Ancak o dava sebebiyle
söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir deyişle
davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılmasında
hiç bir olumlu etkisi olmayan, hakareti oluşturan ya zı ve sözlerin kullanılması
nda meşruiyet vardır denilemez. Bu gibi durumlarda iddia ve savunma
sınırı aşılmış ve dolayısıyla haysiyetler korunmamış olur. -Anayasadaki
bu düzenlemeye paralel olarak, TCK ’nın 486. maddesinde yer alan
hükme bakıldığında; maddenin birinci fıkrasında; “Taraşarın veya vekil,
müdaŞ, müşavir yahut kanuni mümesillerinin bir dava hakkında kaza
mercilerine verdikleri dilekçe, lâyiha ve sair evrakın yahut yaptıkları iddia
ve müdafaaların ihtiva ettiği hakareti mutazammm yazı ve sözlerinden
dolayı takibat yapılmaz.” hükmüne yer verilmiştir. Görüldüğü gibi,
Yasa koyucu burada “savunma dokunulmazlığı” denilen bir hukuka uygunluk
sebebine yer vermiş bulunmaktadır. Ancak, maddenin ikinci fıkrası
nda; “Dava ile ilgili olmayan ve ilgili olduğu takdirde dahi iddia ve
müdafaa hududunu aşan hakareti mutazammın yazı ve sözler yukarıdaki
fıkra hükmünden hariçtir.” denilerek, iddia ve savunma hududunun
aşıldığı hallerde savunma dokunulmazlığı dışına çıkılmış olunacağı b e l i rtilmektedir.
Hakaret suçunda savunma sınırının aşılıp aşılmadığını saptamak
için, yazılan yazı ve söylenen sözlerin, savunma konusuyla mantı
ksal bağlantısını ve savunmaya yararlı bulunup bulunmadığını takdir
etmek gerekir. Nitekim TCK’nın 486. maddesini değiştiren 6123 sayılı
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 503
Yasaya ilişkin Adalet Komisyonu raporunda; “486. maddede bir dava
hakkında mahkemeye verilen evrak ve irat olunan müdafaanın hududu
tecavüz edilerek yazılan hakaretlerde mütecavize
ceza verilmesi icapetti-
ği mütalaa edilerek maddenin buna göre tadili teklif edilmiştir. Mer’i metinde
bir dava esnasında iki taraf veya vekilleri canibinden dava hakkında
mahkemeye verilen evrak ve müdafaanın muhtevi olduğu elfa-zı tahkiriyeden
dolayı takibat icra olunamaz şeklindeki hükme karşı teklifte
birinci fıkra aynen alınmakla beraber, dava ile ilgili olarak yazılması ve
söylenmesi zaruri olmayan hakareti mutazammın yazı ve sözleri birinci
fıkra hükmünden istisna edilerek TCK’nın muvacehesinde hakaret suçunu
teşkil edeceği kabul edilmiş bulunmaktadır....” denilmektedir. O
halde, dava ile ilgili olmayan ve ilgili olsa dahi iddia ve savunma sınırını
aşan hakareti oluşturan ya zı ve sözler hakkında TCK’nın 486/1. maddesi
uygulanamayacağından, hukuka uygunluk sebebinden diğer bir deyişle
“savunma dokunulmazlığından sözedilemez. -İnceleme konusu
olayda; sanık avukatın, borçlu (sanık) Lizbeth Berk vekili olarak mahkemeye
gönderdiği 16.6.1994 tarihli temyiz dilekçesinde; müvekkilinin
mahkûmiyetine ilişkin kararı veren katılanı kastederek; “...mahkeme beraat
kararı vermesi gerekirken 10 günlük tazyik hapis cezası verdi. İnsan
hukukçuluğundan utanıyor. Şu karar yurtdışında basına verilse bizi Afrika
kanunları ile idare ediliyoruz zannederler. Hayret.....! İstanbul vilâyetindeki
bir mahkeme hukukun inceliğini nasıl bilemez, bunu anlamak
mümkün değil ve yine eyvah. Bu itiraz süresinde yapılsa, vah efendim
seni bir de mal beyanında bulunacaksın diye hapis cezası mı vereceğim,
bu hangi kanunda yazılı, hangi mantık ve hukuk anlayışı buna cevaz verir,
kanunu iyi okumak gerekir ve anlamak gerekir diye düşünüyoruz..”
demek suretiyle, katılanı küçük düşürdüğü açıktır. Dilekçede yer alan
bu sözlerin dava ile ilgisi ve yararı yoktur. Savunma hududu aşıldığından,
hakareti oluşturan bu sözler nedeniyle sanığın savunma dokunulmazlı-
ğından yararlanması olanaklı değildir. Yerel Mahkemenin bu doğrultudaki
gerekçesi de yasal ve yeterlidir. Bu itibarla; sanık Zeki’ye yüklenen
suç yasal unsurları ile oluşmuş bulunduğundan, bu sanık ile ilgili direnme
kararının onanmasına” (CGK. 20/10/1998 T. 4/225 E. 316 K.)
d) “Davacının, davalının vekil sıfatı ile takip ettiği 1995/344 esas sayı
lı davada bilirkişilik yaptığı ve anılan dava sebebiyle davalı vekili olarak
savunma görevinin gereği olarak verdiği ve bilirkişi raporuna yönelik itirazları
nı içeren 21.5.1998 havale tarihli dilekçesinde “Eseri görmeden
mütalaa veren ilk bilirkişi olarak tanıdığımız S.O.”, “sayın bilirkişinin
Talk Show denilen sohbet programına çıkan dizi oyuncularının sözlerine
bakarak sonuca varmasının program sunucusu C.Ö.’nün güldürülerinden
kalır başka yanı yoktur” ve “bilirkişinin yaptığı gibi görmeden ahkam
kesmiyor” şeklindeki beyanlarının davacının kişilik haklarına saldırı teşkil
edip etmediği, savunma sınırlarının aşılıp davacıyı aşağılama ve onunla
alay etme düşüncesinin bulunup bulunmadığı irdelenmelidir.
504 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
Savunma hakkı 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 36.
maddesinde, “herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma hakkına
sahiptir...” biçiminde düzenlenmiştir. Görüldüğü gibi iddia ve savunma
hakkının kullanılması ancak meşru vasıta ve yollardan yararlanmak suretiyle
olmalıdır. Taraşarın yargı Mercileri önünde iddia ve savunmalarını
hiçbir endişeye kapılmadan serbestçe yapmaları gerekir. Ancak bu serbesti,
dava konusu olayın aydınlığa kavuşması, bir başka anlatımla, hakkı
n meydana çıkarılmasına vesile olması amacına hizmet etmelidir. O dava
sebebiyle söylenmesinde ve yazılmasında yarar bulunmayan, diğer bir
deyişle davanın aydınlığa kavuşmasında ve hakkın meydana çıkarılması
nda hiçbir olumlu etkisi olmayan, başkalarının kişilik haklarına saldırı
oluşturabilecek yazı ve sözlerin kullanılmasında haklı bir gerekçe vardır
denilemez. Avukatlık mesleğinin icrasında yüksek özen gösterilmesi gerekir.
Avukat dilekçeyi yazarken düşüncelerini olgun ve objektif bir biçimde
açıklamalıdır. Meslek çalışmasında hukuka ve yasalara ilgisiz açıklamalardan
kaçınmak ve savunma heyecanına rağmen karşı tarafı ve davada
yer alan bilirkişiyi incitici davranışlardan sakınmak zorundadır. Davalının
yukarıda anılan sözcükleri kullanmadan da pekala müvekkilinin üstün
haklarını savunma olanağı olduğu göz ardı edilmemelidir.
Bu nedenlerle davalının 21.5.1998 tarihli dilekçede kullandığı sözcüklerin
savunma hudutlan içinde kaldığının yorumlanması olanağı yoktur.
Davalının dilekçedeki sözlerinin davacıya yönelik onun kişilik hakkı-
nın koruduğu manevi değerlerine (onur, saygınlık) bir saldırı olduğu neticesine
varılmıştır. Sözcüklerin esas anlamlan ve olaya aktarılış biçimi bunu
açıkça ortaya koymaktadır. O halde taraşarın karşılıklı iddia ve savunmaları
na, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, mahkeme kararında ve yukarı
da açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde
bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun bulunan
direnme kararının onanması gerekir.” (HGK. 17/10/2001 T. 2001/4-
654 E. 717 K.)
e) Yeni TCK’nın 125. maddesiyle; “bir kimseye onur, şeref ve saygınlı-
ğını rencide edebilecek nitelikte somut bir Şil veya olgu isnat eden ya da
yakıştırmalarda bulunmak veya sözetmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref
ve saygınlığına saldıran kişi” için ceza yaptırımı öngörülmüştür.
İddia ve savunmanın dokunulmazlığından yararlanmayı düzenleyen
yeni TCK’nın 128. maddesinin son tümcesine göre “Ancak, bunun için isnat
ve değerlendirmelerin, gerçek ve somut vakıalara dayanması ve uyuşmazlı
kla ilgili olması gerekir.” Bu yasa hükmünün gerekçesinde de şöyle
denmektedir:
“İddia ve savunma hakkının, yargı mercileri veya idarî makamlar nezdinde
kullanılması mümkündür.
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 505
İddia ve savunma hakkının kullanılması bağlamında, kişiler açısından
somut isnat ifade eder nitelikte maddî vakıaların ortaya konulması
ya da kişilerle ilgili olumsuz değerlendirmeler, iddia ve savunma hakkı-
nın kullanılmasıyla ilişkilendirilememesi durumunda, hakaret ve hatta iftira
suçu oluşturur.
İddia ve savunma kapsamında, kişilerle ilgili olarak bulunulan somut
isnadların gerçek olması ve yapılan olumsuz değerlendirmelerin somut
vakıalara dayanması gerekir. Keza, bulunulan somut isnadların veya yapı
lan olumsuz değerlendirmelerin uyuşmazlıkla ilişkili olması gerekir; ancak,
uyuşmazlığın çözümü açısından faydalı olması aranmamalıdır.
Somut uyuşmazlıkla bağlantılı olmayan isnatlar gerçek olsa bile iddia
ve savunma dokunulmazlığının varlığından bahsedilemez. Keza, somut
vakıalara dayansa bile, uyuşmazlıkla alakası olmayan olumsuz de-
ğerlendirmeler açısından iddia ve savunma hakkının kullanılması söz konusu
değildir.”
Şu yasal düzenlemeye göre; bir avukatın TCK’nın 128. maddesinden
yararlanabilmesi için, savunmada yer verdiği; kişilerle ilgili olarak somut
isnatların gerçek olması ve yapılan olumsuz değerlendirmelerin somut olgulara
dayanması gerekir; üstelik somut isnatların ya da olumsuz değerlendirmelerin
uyuşmazlıkla ilgili olması da zorunludur. Tersi durumda, kişilik
haklarına yapılan saldırı, avukatın manevî giderimle sorumlu tutulması
nı gerektirir.
C) SON ÇÖZÜMLEME
Avukatlar, savunma dokunulmazlığından yararlanmakla birlikte; söz
ve dilekçelerinde incitici, küçük düşürücü, anlatımlara yer vermemeleri,
yüklendikleri kamusal görevin kutsallığına yakışır biçimde davranmalı,
saygınlığına toz kondurmamalıdır. Hak arama ve savunma hakkını amacı
na uygun olarak kullanmalı, bu amacın sınırları içinde kalınmasına özen
göstermelidirler. Elinde hiçbir kanıtı olmadığı halde, iftira niteliğindeki isnatlardan
kaçınılmalıdır. Gerçek, somut olgulara dayanmayan ve uyuşmazlı
kla ilgisi olmayan söz ve açıklamalar da bulunmamalıdır. Avukat iddia
ve savunma hakkını kötüye kullanmamalı bu hakkın sınırlarını aşmamalı
dır. Tersi durumda manevî giderimle sorumlu olur.
Yarım yüz yılı aşan bir süre bağlamında gerek öğreti ve gerekse uygulama
alanında yoğun uğraş veren bir hukukçu olarak gözlemlerime dayanarak
belirteyim ki; dava dosyasını nesnel açıdan değerlendiren, bilgi donanı
mı olan, yüklendiği görevin kutsallığına yakışır biçimde özenle, doğrululukla,
onurla davranan avukatlar, söz ve açıklamalarında incitici, kırıcı,
küçültücü anlatımlardan kaçınmalarına karşılık; yeterli bilgi donanımından
yoksun, dava dosyasını yeterince incelemeyen, nesnel değerlendirme
yapmak yerine saldırgan bir tutumu yeğleyen, söz ve açıklamalarında, incitici,
küçük düşürücü anlatımlara yer veren kimi avukatlar manevî giderim
(tazminat) yaptırımına uğramaktadırlar.
506 İSTANBUL BAROSU DERGİSİ • Cilt: 81 • Sayı: 2 • Yıl 2007
KAYNAKÇA
ARSEBÜK, Esat, Borçlar Hukuku, 1950
AKYOL, Şener, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, I, 1995
AKANTÜRK, Turgut, Kişiler Hukuku, I, 2002
ARPACI, Abdülkadir, Kişiler Hukuku, 2000
ATALAY, Özcan, Özel Yaşamın (Şeref ve Haysiyetin) Zedelenmesi Halinde Manevî Zararın Tazmini,
Yargıtay Dergisi, 1979, s:4, Sh. 877/894
BECKER, Herman, İsviçre Medenî Kanun Şerhi VI. Borçlar Kanunu I, Kısım I, Çev: Bülent Olcay, 1967
DESCHENAUX/TERCIER, Sorumluluk Hukuku, Çev: Salim Özdemir, 1983
DURAL, Mustafa, Tük Medenî Hukukunda Gerçek Kişiler, 1995
EGGER, August, İsviçre Medenî Kanunu Şerhi I. C. Giriş ve Kişinin Hukuku, Çev: V. Çernis, 1947
EREN, Şkret, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 1998
EDİS, Seyfullah, Medenî Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri, 1993
FRANGO, Nesim, Şeref ve Haysiyete Tecavüzden Doğan Manevî Zararın Tazmini, 1973
FEYZİO⁄LU, Necmettin, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, I, II, 1976, 1977
HATEMİ, Hüseyin, Kişiler Hukuku Dersleri, 1992
HELVACI, Serap, Türk ve İsviçre Hukuklarında Kişilik Hakkını Koruyan Davalar, 2001
GÜRSOY, Kemal Tahir, Manevî Zarar ve Tazmini, AÜHFD, 1973, s:1-4, Sh. 7 vd.
İŞGÜZAR, Hasan, Kişilik Haklarının İhlali Nedeniyle Manevî Tazminat Davasının Şartları, ABD,
Yıl: 47, s. 1996/6
KANETİ, Selim, Haksız Şillerde Hukuka Aykırılık Unsuru (Yayımlanmamış Doçentlik Tezi), 1962,
Çatışan Değerlerin Tartılmasına Dayanan Hukuka Uygunluk, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler
1. Sempozyumu, 1980, Sh. 40 vd.
KARAHASAN, Mustafa Reşit, Tazminat Hukuku, Manevî Tazminat, 2001
Türk Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C. 3, 2003
KAYA, Mine, Özel Hukukta Özel Hayatın Korunması, YD, C. 32, Ocak-Nisan 2006, s.1-2, Sh. 51-98
KILICO⁄LU, Tazminat Hukuku, 2006
KILICO⁄LU, Ahmet, Manevî Tazminatın Hukuksal Niteliği, ABD, 1984, s. 1, Sh. 15 vd.
Şeref, Haysiyet ve Özel Yaşama Basın Yoluyla Saldırılılardan Hukuksal Sorumluluk, 1993
Borçlar Hukuk, Genel Hükümler, 2004
KÖPRÜLÜ, Bülent, Kişinin Hukuku, 1979
KURU, Baki, Hukuk Muhakemeleri Usulü 6 cilt Takım, 2001
KOCAYUSUFPAŞAO⁄LU, Necip, Kişilik Haklarını Koruyan Manevî Tazminat Davasına İlişkin Yeni Gelişmeler
1. Sempozyumu, 1980, Sh. 141 vd.
O⁄UZMAN, Kemal, Şahsiyetin Hukuka Aykırı Tecavüze Karşı Korunması ve Özellikle Manevî Tazminat
Bakımından Yapılan Değişiklikler, Tandoğan’a Armağan, 1990, Sh. 7 vd.
Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 1995, 1998, 2000
OSER/SCHÖNENBERGER, Borçlar Hukuku, Birinci Kısım, Çev: Recai Seçkin
ÖZSUNAY, Ergun, Gerçek Kişilerin Hukukî Durumu, 1982
ÖZTAN, Bilge, Şahsın Hukuku, Hakikî Şahıslar, 1997
TANDO⁄AN, Haluk, Şahsiyetin Akit Dışı İhlallerine Karşı Korunmasının İşleyiş Tarzı ve Basın Yoluyla İhlallere
Karşı Özel Hayatın Korunması, AÜHFD, C. XX, 1968, s. 14
TEKİNAY, Selahattin Sulhi, Gerçek Kişiler Hukuku, 1992, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 1998
TUHR, Andress, Borçlar Hukuku, Çev: Cevat Edege, 1953
TUNCOMA⁄, Kenan, Borçlar Hukuku, C. 1, Genel Hükümler, 1976
ÜNAL, Mehmet, Manevî Tazminat ve Bu Tazminatta Kusurun Rolü, AHFD, 1978, Sh. 397 vd.
USTUNDA⁄, Saim, Medenî Yargılama Hukuku, 1989
VELİDEDEO⁄LU, Hıvzı Veldet, Türk Medenî Hukuku, 1963
C. I Başlangıç ve Şahsın Hukuku, 1960
ZEVKLİLER, Aydın, Kişiler Hukuku, 2000
Avukatların Manevi Giderim İle Sorumluluğu • M. R. Karahasan 507