Avrupa Birligi Hukuku Uyarinca Ortaklik Hukukumuz
Ekleyen: Av.tayfun Eyilik | Tarih: 5-04-2007 | Kategori: Makale | Not
AVRUPA BİRLİĞİ HUKUKU UYARINCA ORTAKLIK HUKUKUMUZ Prof. Dr. SELÇUK DEMİRBULAK - T.C. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi
AVRUPA BİRLİĞİ HUKUKU UYARINCA ORTAKLIK HUKUKUMUZ
Prof. Dr. SELÇUK DEMİRBULAK(*)
(*) T.C. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi

İstanbul Barosu dergisinden alınmıştır
31.07.1959 yılında altı devletin (Federal Almanya, Fransa, İtalya, Bel­çika, Hollanda ve Lüksemburg) oluşturduğu AET'ye yapılan başvuru ile başlayan Avrupa ilişkimiz, dönem içinde AT ile devam etmiş halen de AB ile sürmektedir. 47 yıllık süreçte oluşan Ortaklık Hukuku'nun temelini 12.09.1963 tarihinde imzalanarak 01.12.1964'de yürürlüğe giren ortak­lık yaratan Ankara Antlaşması oluşturur. Bunu 23.11.1970 tarihinde im­zalanıp 01.01.1973'te yürürlüğe girmiş olan Katma Protokol izlemiştir. Bi­lahare Ortaklık Konseyi'nin 20.12.1976 tarih ve 2/76 sayılı kararı, 19.12.1980 tarih ve 1/80 sayılı kararı, 1980 tarih ve 3/80 sayılı kararı, 06.03.1995 tarih ve 1/95 sayılı Gümrük Birliği kararı ve süreç içinde ön karar yolu ile önüne gelen hukukî sorunlar (ihtilaflar) hakkında Adalet Divanı’nın yorumları ve kararları izlemiştir.
Ortaklık Hukuku'nun oluşumunda etkili olan Adalet Divanı Kararla­rı kronolojik olarak aşağıda sayılmıştır.
Karar: C–12/86 Demirel 30.09.1987
Karar: C–192/89 ­ Sevince ­ 20.09.1990
Karar: C–237/91 ­ Kuş ­ 16.12.1992
Karar: C–355/93 ­ Eroğlu ­ 05.10.1994
Karar: C–434/93 ­ Bozkurt ­ 06.06.1995
Karar: C–171/95­Tetik–23.01.1997
Karar: C–351/95 ­ Kadıman ­ 17.04.1997
Karar: C–285/95­Kol–01.06.1997
Karar: C–98/96 ­ Ertanır ­ 30.09.1997
Karar: C–36/96 ­ Günaydın ­ 30.09.1997
Karar: C–210/97­ Akman­ 19.11.1998
Karar: C–l/97 ­ Birden ­ 26.11.1998
Karar: C–340/97 ­Nazlı­ 10.02.2000
Karar: C–329/97 ­ Ergat ­ 16.03.2000
Karar: C–65/98 ­ Eyüp ­ 22.06.2000
Karar: C–37/98 ­ Savaş­ 11.05.2000
Karar: Abatay / fiahin ­ 21.10.2003
Karar: C–230/03 ­ Sedef­ 10.01.2006
Bu kararların tümü Ortaklık Hukuku'nun ihdas edilmesinde önem taşırlar. Yapısı itibari ile ulusalüstü nitelik taşıyan bu hukukun normlar hiyerarşisi açısından ulusal hukuka üstün olduğu açıktır. Re'sen kulla­nılamamakla birlikte Ortaklık Hukuku'nun ihlali AB Adalet Divanı'nın de­netim yetkisi dâhilindedir. Zira Ortaklık Hukuku'nu oluşturan antlaşma­lar ve kararlar Acquis Communautaire'in(*)mütemmim cüz'üdür. Adalet Divanı'nın 11.05.2000 tarihli A. Savaş Davası'nda verdiği kararda Katma Protokol'un m. 41/1 standstill clause veya klausel yani elde edilmiş hak­ların kötüleştirilemeyeceğinin vurgulanması, üye devletlerin ulusal hu­kuklarındaki hukukî tasarruflarla vatandaşlarımızın haklarını kısıtlaya­mayacağını açıkça belirtir. Ortaklık Hukuku uyarınca malların serbest dolaşımı, emek piyasası, çalışma koşulları ve sosyal güvenlik, hizmetlerin serbest dolaşımının genişletilmesi ve kişilerin serbest dolaşımının kade­meli olarak gerçekleştirilmesi, serbest meslek erbabının ve şirket, sına­î haklar, sermaye gibi mal ve hizmet üreticilerinin dolaşımı, yerleşmesi ve rekabet edebilmesi düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerin bir kısmı açık ve koşulsuz değildir ve bir niyet ifade etmektedir. Bir kısmının ise açık ve ko­şulsuz olduğu Adalet Divanı kararları ile de teyit edilmiştir. Bu nedenle de doğrudan uygulanabilir ve doğrudan etkilidirler.
Temel haklardan olan kişilerin serbest dolaşımı istihdam, ikamet ve seyahat haklarını da kapsar. Elbette ki üye devletler vatandaşlığa istina­den ayrımcılık yapamazlar.
Ankara Antlaşması'nın m. 12 ve Katma Protokol’ün m. 36­40, Kuru­cu Anlaşma’nın m. 48­50'den ilham alarak serbest dolaşımı düzenler. Katma Protokol’ün III. Kısım 1. Bölümünde yer alan işçilerin serbest do­laşımını düzenleyen m. 36­40 uyrukluğa dayanan ayrımcılığı reddettiği Ortaklık Konseyi'nin (OK) serbest dolaşımın usullerini, sosyal güvenlik hükümlerini tespit edip kararlaştıracağını zikreder. Bu bağlamda günü­müzde işadamlarının vize engeli ile karşı karşıya kalmaları Katma Proto­kol’ün m. 41 ve 1/95 sayılı Gümrük Birliği kararı ile çeliştiğini söyleyebi­liriz. Zira Türkiye'nin AB ile Gümrük Birliği tipik bir gümrük birliğinin ötesindedir. Rekabet, teknik mevzuatın uyumlaştırılması, tekellerin kal­dırılması ve fikrî mülkiyetin korunması alanlarını kapsamaktadır. 1/95 sayılı Karar sanayi mallarının ve işlenmiş tarım ürünlerinin serbest dola­şımını kapsamakla beraber yürürlük tarihi 01.01.1996'dan başlayarak
* Acquis Communautaire=Topluluk Müktesebatı
AB ve Türkiye arasında kamu ihalelerinin karşılıklı açılması ve hizmet ti­caretinin serbestleştirilmesine yönelik müzakerelerin başlatılması için Ortaklık Konseyi'ne görev tevdi edilmesine de vesile olmuştur. Zaten AB ve Türkiye arasında ortaklık kuran Ankara Antlaşması da, iki taraf ara­sında yerleşme ve hizmet sunma özgürlüklerindeki kısıtlamaların kaldı­rılmasını öngörür. Ayrıca 1/95 sayılı Kararın m. 8 gereği ticaretin önün­deki engellerin kaldırılması, m. 16 uyarınca ticaret politikasının uyum­laştırılması ve Topluluk tercihli gümrük rejiminin uygulanması, m. 42 ge­reği devlet tekellerinin kaldırılması, m. 34 gereği ekonomik gelişmeyi teş­vik için devlet yardımları ve yapısal intibakın gerçekleştirilmesi gibi Tür­kiye'nin Gümrük Birliği'nden kaynaklanan yükümlülükleri iddiasındaki AB, Gümrük Birliği'nden kaynaklanan yükümlülükleri (örneğin vaat edi­len mali yardımları) yapmamıştır. Öte yandan 1/95 sayılı OK Kararı uya­rınca Gümrük Birliği Türk ticaret politikasının AB'nin ticaret politikası ile uyumlaştırılmasını gerekli kılar. Türkiye de oy mekanizmasının dışında tutulduğu bu durumda AB'nin kendileriyle tercihli anlaşmalar yapmış ol­duğu üçüncü ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları müzakere eder. Türki­ye'nin oy kullanamadığı sadece iki ayda bir yapılan bilgilendirme toplan­tılarıyla ticaret politikasından haberdar edildiği bu durumun sona erdi­rilmesi gerekir. Yukarıda açıklanan tüm olgular AB­Türkiye ilişkisinin 3. devletle olan ilişkiden farklı olduğunun somut göstergesidir.
1/95 sayılı OK Kararı'nın m. 32 gereği rekabetin engellenmesi, kısıt­lanması, saptırılması ile ilgili hukukî tasarrufların geçersizliğine işaret ederken m. 33 hâkim durumun kötüye kullanımını yasaklar. Gerek m. 32 ve gerekse m. 33 hizmet sunuculara, işverenlere uygulanan vizenin hukukî mesnedi olmadığının somut göstergeleridir.
12.09.1963 tarihinde imzalanan Ankara Antlaşması'nın 1. maddesi uyarınca Türkiye­AET arasında kurulan bu ortaklık m. 2/1 gereği taraf­lar arasında ticari ve ekonomik ilişkileri sürekli ve dengeli güçlendirip ge­liştireceği, m. 2/2'de de kademeli biçimde Gümrük Birliği'nin tesis edile­ceği zikredilir. Antlaşmanın m. 12'ye göre işgücünün Topluluk içinde ser­best dolaşımını, m. 7 serbest dolaşımı engelleyen sınırlamalar getirilme­mesini, m. 9 vatandaşlığa dayalı ayrımcılığın yasak olduğunu, m. 13 yer­leşme serbestîsini, m. 14 hizmet edinim serbestîsini hükme bağlamıştır. Ankara Antlaşması'nın tarafları alınan kararların uygulanmasını sağla­yan tedbirleri alma sorumluluğunun yanı sıra antlaşmanın uygulanması ve yorumuyla ilgili uyuşmazlıkları Ortaklık Konseyi'ne götürülebilirler. OK uyuşmazlığı alacağı kararla çözebilir veya Adalet Divanı'na veya tah­kime götürebilir. Elbette ki üretilecek karar ve/veya kararlar taraflar için bağlayıcıdır.
Adalet Divanı'nın C12/86 sayı ve 30.09.1987 tarihli Meryem Demirel Kararı ile Ankara Antlaşması'nın ve Katma Protokol’ün Acquis Communa­utaire'in mütemmim cüz’ü olduğu tescil edilmiştir. Katma Protokol m.36 serbest dolaşım için aşamalara 1973'den başlayarak 12 ve 22 yıl olarak işaret eder. Protokol m. 37 ile uyrukluğa bağlı ayrımcılık yasağını, m. 38'de serbest dolaşımın gerçekleşme döneminde Türk işçilerinin üye dev­letlerdeki çalışmalarını kolaylaştırmak amacıyla O. Konseyi'nin girişimle­rini, m. 39'da işçilerin ve ailelerinin sosyal güvenlik haklarının muhafa­zası için alınması gereken önlemleri, m. 41/l'de ise akit tarafların kendi aralarında yerleşme hakkı ve hizmet sunma hakkına yönelik her türlü yeni kısıtlama getirmekten imtina etmek zorunda oldukları belirtilir.
AB Adalet Divanı'nın 11.05.2000 tarihli Abdülnasır Savaş davası ile ilgili kararı, Ankara Antlaşması’nın m. 13 ile Katma Protokol’ün m. 41/1 AB üye ülkeleri iç hukuklarında doğrudan uygulanabilir ve doğrudan et­ki doğurduğunu hükme bağlamıştır. Anglo­sakson hukukundaki "stand­still clause" veya Alman Hukuku'ndaki "klausel" ilkesi gereği antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihteki durumu geriye götüren, sınırlayan düzenleme ve/veya şart getirmeme zorunluluğunu hükme bağlayan Adalet Divanı vi­ze uygulamalarını 1980 yılında ilk olarak uygulayan Federal Almanya ve onu izleyen diğer üye devletlerin uygulamalarının hukukî temelden yok­sun olduğunu da tescil etmiştir. Bu itibarla Türk işadamlarının Avrupa Birliği egemenlik alanında dolaşımının vizeye tabi tutulması açıkça hak­sız rekabet oluşturmaktadır. Zira Adalet Divanı'nın kararı uyarınca An­kara Antlaşması'nın ve Katma Protokol’ün yürürlüğe girdiği tarihteki mevcut durumdan daha kısıtlayıcı koşul ya da düzenleme getirmeme zo­runluluğu taraflara açık, kesin ve koşulsuz bir sorumluluk getirdiği gibi uygulanması bakımından da herhangi bir işlem veya düzenlemeye de ge­rek kalmamaktadır. Hizmet sunucuların maruz kaldığı haksız rekabetin önlenmesi için kullanılacak hukuk yollarının başında AB Komisyonu An­kara Temsilciliği aracılığı ile AB Adalet Divanı'nda dava ikame edilebilir. Fakat AB Komisyonu Türkiye Temsilciliği'nde "Tarafların karşılıklı olarak görüşmelerde bulunması gerektiği ve bu konuda gerekli siyasi adımların atılmadığını söz konusu engellerin hukuktan ziyade siyasetten kaynaklan­dığı" gibi hukukun üstünlüğü ilkesini ihlal eden düşünce tarafımızca da bilinmesine karşın yine de Temsilcilik kanalıyla AB Adalet Divanı'nda da­va açılması gerekir. 1/95 sayılı OK Kararı doğrultusunda konunun Güm­rük Birliği Ortak Komitesi'ne götürülerek Lahey Adalet Divanı veya ulus­lararası tahkim nezdinde ihtilafın çözümü için girişimde bulunulabilir. Ayrıca gerek Türkiye gerekse AB Gümrük Birliği aralarındaki ihtilafları Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) içinde gündeme getirebilir. Konu ile ilgili DTÖ'nün Anlaşmazlıkların Halli Konusundaki Kural ve Yöntemleri Tespit Eden Mutabakat Metni çerçevesinde DTÖ Paneli oluşturulması talebinde bulunulabilinir. Ayrıca Hizmet Ticareti Genel Anlaşması'nın (GATS) Ger­çek Kişilerin Hareketliliği Hakkındaki Ek çerçevesinde hukukî girişimler gerçekleştirilebilinir. Öte yandan GATS Avrupa Birliği Ortak Ticaret Poli­tikası ile bütünleşmiştir. Ayrıca 1/95 sayılı Gümrük Birliği kararı dolayı­sıyla iki taraf arasında bir uyum şarttır. Bu itibarla vize uygulaması bir ticarî engeldir.
Katma Protokol m. 37'de AB üye ülkelerinde çalışan Türk işçilerine ücret ve çalışma koşulları açısından vatandaşlık temelinde ayrımcılık ya­pılamayacağı sarih ve şarta bağlanmamış biçimde zikredilmiştir. Günü­müzde ırk, etnik gruba aidiyet, cinsiyet, cinsel tercih, özürlülük, yaş, din, inanç nedeniyle istihdam alanında Avrupa Birliği Temel Haklar fiartı ve 2000/43, 2000/78 sayılı Yönergeler dolaysız ayrımcılığı ve dolaylı ayrım­cılığı yasaklar. Bu itibarla kriter olmaksızın tekil olarak dolaysız ayrımcı­lığa ve/veya amacı aşan ölçütler uyarınca dolaylı ayrımcılığa maruz ka­lan yurttaşlarımızla ilgili bu tür olumsuzlukların giderilmesi de ayrımcılık karşıtı dava ikamesi ile mümkündür. Serbest dolaşımla ilgili olarak An­kara Antlaşması'nın 12. maddesi ve Katma Protokol’ün 36. maddesi ka­demeli olarak yürürlüğe girmesi için de Ortaklık Konseyinin 2/76 ve onun daha gelişmiş şekli olan 1/80 sayılı Kararları düzenlenmiştir. Kat­ma Protokol m. 39 uyarınca AB sosyal güvenlik sisteminin Türk işçileri­ne AB vatandaşlarına uygulandığı gibi eşit uygulanması için de 3/80 sa­yılı OK Kararı üretilmiştir. Tüm bu kararlar Ortaklık Hukuku'nun kilo­metre taşlarıdır.
2/76 sayılı OK Kararı uyarınca 01.12.1976 tarihinden başlayarak dört yıl sürecek ilk kademeyi 1/80 sayılı karar izlemiştir. 1/80 sayılı OK Kararı m. 6 uyarınca bir yıl çalıştıktan sonra çalışma izinlerini temdit hakkını elde edebilen işçilerimiz üç yıl çalışmayı müteakip aynı üye ülke­de aynı meslekte istediği firmada çalışma hakkını ve 4 yıl çalıştıktan son­ra da istediği alanda ve firmada çalışma hakkını haizdir. Söz konusu ka­rarın 7. maddesi AB üyesi ülkede ikamet izni olan emekçilerimizin aile fertlerinin çalışma koşullarını düzenler. 1/80 sayılı OK Kararı m. 9 uya­rınca işçilerimizin çocukları üye devletlerdeki çocuklarla aynı haklardan eksiksiz yararlanırken m. 10 gereği işçilerimize ücret ve çalışma koşulla­rında ayrımcılık yapılamaz.
Görüleceği gibi AB­Türkiye ilişkileri klasik gümrük birliği entegrasyo­nunun ötesinde fikrî, sınaî mülkiyet haklarını ve ortak ticaret politikasını kapsadığı gibi 1/80 sayılı OK Kararı'nın m. 6 ve m. 7'nin varlığı ile de farklı statüyü işaret eder. Bu itibarla AB üye devletleri ile ilişkilerinde Türkiye 3. ülke değildir. Ortaklık Hukuku çerçevesinde mevcut olan hak­lar siyaseten engellenmektedir. Türkiye tarafında da eksik olan siyasi ira­dedir. 3/80 sayılı OK Kararı'nda da m. 3 vatandaşlığa dayalı ayrımcılık yasaklanır. Bir başka deyişle muamele eşitliği belirtilir. AB Adalet Divanı adı geçen maddenin AB üye ülkelerinde doğrudan uygulanabilir ve bağ­layıcı olduğunu Taflan ve Sürül kararlarında tescil etmiştir. Türk işçileri ile AB vatandaşı işçilerin sosyal güvenlik hak ve yükümlülükleri açısın­dan muamele eşitliğini vurgulayan 3. maddenin yanı sıra m. 6 gereği de Türk işçilerinin hak sahibi oldukları üye ülkeden başka bir üye ülkeye ikametlerini nakletmeleri durumunda da hak kazandıkları maluliyet, yaşlılık, dulluk ve yetimlik, iş ve/veya meslek kazası, ölüm, işsizlik, aile ödeneklerinde veya aylıklarında değişiklik ve/veya geri alınamayacağı zikredilir.
1/95 sayılı Ortaklık Konseyi'nin Gümrük Birliği (GB) Kararı'nda gümrük tarifelerinin ve eş etkili vergi ve resimlerinin yanı sıra miktar kı­sıtlamalarının ve eş etkili önlemlerin kaldırılması düzenlenirken GB'nin tarım dışı malların serbest dolaşımı ve ticaretini kapsadığı vurgulanır. 1/95 sayılı kararın 4. kısım II. bölümü rekabet ile ilgili normlardan olu­şur. Madde 32 rekabetin engellenmesi, bozulması veya kısıtlanması ile il­gilidir. Bu bağlamda üreticinin, pazarların, arz kaynaklarının, ticaretin baskı altına alınması, paylaşılması, anlaşmalı uygulamalar gerçekleştiril­mesi yasaktır. Madde 33 ise hâkim durumun kötüye kullanımı gümrük birliğini olumsuz etkileyeceğinden yasaktır. Bu alanda ülkemiz günde­minde önemini koruyan bir konuyu sergilemek de yararlı olacaktır. TIR taşımacılığında AB'nin Türk TIR'larına 1996'dan beri kota­geçiş belgesi uygulaması Türk mallarının İç Pazarda serbest dolaşımını engellemekte ve haksız rekabet yaratmaktadır. Türk mallarını taşıyan TIR taşımacılığı­nı 1/95 sayılı OK Kararı çerçevesinde malların serbest dolaşımı ile ilgili olduğunu redderek hizmetlerin serbest dolaşımı kapsamında değerlendi­ren AB üye devletlerinden İtalya, Avusturya, Macaristan Türkiye'nin ih­racatını ve ihracatçısını haksız rekabete maruz bırakmaktadır. Böylesi bir tarife dışı engelin Türk taşımacılık sektörünü olumsuz etkileyerek Türki­ye ile rekabet edemeyen AB İç Pazarındaki bazı sektörleri haksız rekabet olgusu ile acquis­communautaire'i ihlal ederek desteklediği açıktır. Hiz­metlerin serbest dolaşımı argümanında hizmet sunumu için zımnî olarak yerleşim serbestîsinin varlığına karşın Türk plakalı TIR'larla AB İç Paza­rı'nda serbest dolaşıma tabi malları taşıyan şoförler, İç Pazarda hizmet sunumu serbestîsine sahip olmadıkları gibi ücretlerini de Türkiye'de mu­kim kuruluştan sağlayıp daimî ikametgâhları Türkiye'de olan T.C. yurt­taşlarıdır. Sonuç olarak 2002–2005 yılla arasında ihracatını %103 artı­ran Türkiye'nin TIR belge kotası %32 artmıştır. Bir diğer haksız rekabet konusu da Türk işadamlarına uygulanan vize alanında görülür.



ORTAK ORGANLAR
1960 yılında başlayan bireysel göçler bilahare organize bir hal alınca ülkemizle Federal Almanya arasında 1961, Hollanda, Belçika, Avusturya ile 1964, Fransa ile 1965, İsveç ile 1967 tarihlerinde işgücü, İngiltere ile 1961, Federal Almanya ile 1965, Belçika, Hollanda ile 1968, Avusturya ile 1969, Fransa ile 1973 tarihlerinde sosyal güvenlik anlaşmaları yapılmış­tır. Ayrıca İngiltere, İrlanda, Danimarka ile 1973, Portekiz ile 1986, Yu­nanistan ile 1988'de uyum anlaşmaları imzalanmıştır.
Kurucu Antlaşmanın 238. maddesine istinaden ortaklığın hedef ve prensiplerini gümrük birliği, kişi, mal, hizmet ve sermayenin serbest do­laşımı, tarım, ulaştırma, rekabet, ekonomi politikalarının eşgüdümü, mevzuat uyum, ihtilafların hal yolları ve nihai hedef üyelik olanağını içeren Ankara Antlaşması, Türkiye ile AB arasında ortaklık ihdas eder yü­rürlük süresi de öngörmediğinden amaçlar gerçekleşinceye dek yürürlük­te kalacaktır. Tarafların tek taraflı fesih hakkı yoktur. Ortaklık antlaşma­sının öngördüğü geçiş dönem ve yöntemlerini içerir Katma Protokol ise sa­nayi mallarının, işgücünün, hizmetlerin serbest dolaşımı, devlet yardım­ları, rekabet, mali yardımlar ve yabancı sermaye ile ilgili uygulama hü­kümlerini ihtiva eder.
Ankara Antlaşması m. 1 uyarınca ortaklık gerçekleştirmek amacıyla akdedildiğinden bu hedefe varılabilmesi için Türkiye ve üye devletler, Konsey ve Komisyon temsilcilerinden oluşan ve yürütme işlevini gören ve Ankara Antlaşması'nın uygulanmasını sağlayan Ortaklık Konseyi oluştu­rulur. Ayrıca Ortaklık Konseyi'ne yardımcı idari organ olarak da teknok­ratlardan oluşan Ortaklık Komitesi, Ankara Antlaşması'nın m. 24/3 uya­rınca kurulmuştur. Ankara Antlaşması m. 22 de düzenlenen TBMM ve Avrupa Parlamentosu üyelerinden oluşan, denetim organı işlevini gören Karma Parlamento Komisyonu da bir diğer organdır.
Üye devletlerin işgücüne kayıtlı ve yasal olarak ikamet eden T.C. uy­ruklu işçilerin ve aile bireylerinin serbest dolaşımını sağlayan düzenleme 2/76 ve onu genişleten 1/80 sayılı Ortaklık Konseyi Kararlarıdır. 3/80 sayılı OK Kararı ise sosyal güvenlikle ilgili hukukî statülerini belirler.
Ortaklık Hukuku'nu oluşturan antlaşmaların ve kararların ihlali ha­linde Kurucu Anlaşma’nın 177. maddesi gereği uygulamada farklı yorum­lanmaların engellenmesi açısından yorum tekelini haiz Adalet Divanı'nın denetimi ve dolayısıyla yorum yetkisi vardır. Ayrıca Kurucu Anlaşma’nın
m. 169 uyarınca Ortaklık Hukuku'nun uygulanmasında Komisyon da de­netleme yetkisine sahiptir. Komisyon Kurucu Anlaşma’nın m. 155 göre de Topluluk organlarınca yapılan düzenlemelerin uygulanmasını sağlamak­la görevlidir.
Ortaklık Hukuku'nun Adalet Divanı kararları uyarınca doğrudan uy­gulanabilirliği tescil edilmiştir. Ortaklık Hukukunun doğrudan etki yara­tan hükümlerinin üye devlet ulusal yargı mercilerinde görülen hukukî ih­tilaflarda ulusal yargıcın ulusal üstü hukukla ters düştüğünde iç hukuk normlarının uygulanmaması zorunluluktur. Bu açıdan ulusal yargıcın da Ortaklık Hukuku'nun uygulanmasında önemli işlevi vardır.



ORTAKLIK HUKUKU İLE İLGİLİ ADALET DİVANI KARARLARI
Avrupa Birliği Adalet Divanı'nın (ABAD) C 36/96 sayılı 30.09.1997 günlü Günaydın karan uyarınca meslek eğitimi alanlar 1/80 sayılı OK Kararından yararlanarak çalışma izni alabilirler ve iş akitlerini uzatabilir­ler. ABAD'ın 21.10.2003 tarihinde TIR şoförü E. Atabay ve TIR filosu N. fiahin ile ilgili olarak verdiği karar uyarınca Türk işverenlerine karşı uy­gulanmakta olan vizenin yeniden gözden geçirilmek zorunda olduğu, Kat­ma Protokol’ün meriyete girdiği 1973'den sonra AB üye devletlerinin ulu­sal hukukları uyarınca çıkardıkları yasalar AB­Türkiye Ortaklık Hukuku ile çelişki yaratıyorlarsa Türk firmalarının bu uygulamalardan bağışık ol­duğu ve yeni çıkarılacak yasalar AB üyesi ülke gerçek kişileri ve tüzel ki­şileri için geçerli ise ancak o zaman Türk uyruklu gerçek ve tüzel kişilere de uygulanabileceği ön görülmüştür. ABA Divanı'nın C 434/93 sayılı ve 06.06.1995 tarihli Bozkurt Kararında zikredildiği gibi TIR sürücülerin üye ülke ile olan ilişkisinin kanıtlanması, istihdam yeri, işe gidilen yerin tes­piti önemlidir. Divanının C 98/96 sayılı 30.09.1997 Ertanır Kararı uzman olarak yasal iş piyasasına giren emekçilerin 1/80 sayılı OKK koruması al­tında olduğunu gösterir. Staj eğitimi alan T.C. vatandaşları da bir yıllık yasal çalışmayı müteakip 1/80 sayılı OK Kararı'ndan yararlanabilirler. 22.06.2000 tarih ve C 65/98 sayılı Eyüp Kararı ile Adalet Divanı 1/80 sa­yılı OK Kararı'nın 7. maddesinin doğrudan uygulanabilirliğini tescil eder­ken üye devlette istihdam edilen T.C. uyruklu işçinin aile fertlerinin hak­larını teyit eder. Anılan madde uyarınca AB üye ülkesinde yasal olarak çalışan işçinin birlikte yaşadığı aile fertleri üye ülke vatandaşlarının ön­celikleri saklı kalmak şartıyla o üye ülkede en az üç yıl yasal olarak ika­met etmişlerse her türlü iş arzına talep haklarının yanında eğer o üye ül­kede en az beş yıl yasal olarak ikamet etmişlerse istedikleri her türlü işe serbestçe talepte bulunma hakkına sahiptirler. Eğer ebeveynlerinden bi­ri o üye ülkede en az üç yıl çalışmışsa ve T.C. uyruklu işçinin çocukları bir mesleki eğitim kursunu ikmal etmişlerse, o üye ülkede kalış süreleri dikkate alınmadan her türlü iş arzına talip olabilirler.
Acquis Communautaire, vatandaşlığı esas alan her türlü ayrımcılığı yasakladığı gibi muamele eşitliğini temel kural olarak kabul eder. Bu bağ­lamda 1/80 sayılı OK Kararı'nın m. 10 uyarınca T.C. uyruklu işçiler üc­ret ödemeleri ve diğer çalışma şartları açısından üye ülke vatandaşları ile eşit yararlandığı gibi gerek kendileri gerekse aile fertleri işe almada, iş ve işçi bulma kurumlarından üye ülke vatandaşları ile fırsat eşitliği çerçeve­sinde yararlanırlar.
ATA m. 48, 49, 50'den esinlenen Ankara Antlaşması'nın 12. maddesi akit tarafların aralarında işgücünün serbest dolaşımını aşamalı olarak gerçekleştireceğini hükme bağlar. Ortaklık Antlaşması'nın 13. maddesi Kurucu Anlaşma’nın 52 ila 56 ve 58. maddelerinden esinlenir ve yerleşme serbestîsi üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasını belirler. Kurucu Anlaş­ma’nın 55, 56 ve 58 ila 65. maddeleri de Ankara Antlaşması'nın 14. mad­desine kaynaklık ederek hizmet sunma serbestîsinin üzerindeki kısıtla­maların kaldırılması amacını taşır.
Ortaklık Antlaşması m. 22 Ortaklık Konseyi'nin karar alma yetkisini ve gerekli hallerde tavsiyelerde bulunmasını, m. 22 Ortaklık Konseyi'nin yapısını ve oybirliği ile hareket etme zorunluluğunu, m. 25 Ortaklık Ant­laşması'nın uygulanma ve yorumuna dair uyuşmazlıkların akit taraflar­ca Ortaklık Konseyi’ne ve/veya Adalet Divanı'na götürülebileceğini hük­me bağlar.
Ankara Antlaşması gibi Ortaklık Hukuku'nun temelini oluşturan Katma Protokol da Avrupa Birliği Hukuk Sistemi'nin ayrılmaz bir parça­sıdır. Katma Protokol’ün kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımına iliş­kin bölümünde yer alan m. 36 gereği üye devletlerle Türkiye arasında ser­best dolaşım Protokol’ün yürürlüğe girişini izleyen 12. yılın sonu ile 22. yılın sonu arasında kuralları Ortaklık Konseyi'nce kararlaştırılarak aşa­malı olarak gerçekleştirilecektir. Katma Protokol m. 37 gereği Türk işçile­re ücret ve çalışma koşulları açısından vatandaşlığa dayalı ayırımcılık ya­pılmamasını, m. 39 da ise Türk işçilerinin sosyal güvenlik haklarının ko­runması için alınması gereken önlemleri düzenler. Katma Protokol’ün 2. bölümündeki m. 41 yerleşme hakkı ve hizmetlerini düzenlerken m. 41/1 akit tarafların aralarında yerleşme hakkı ve hizmet sunmada yeni kısıtla­malar getiremeyeceklerini m. 42/2 Ortaklık Konseyi'nin m. 13 ve 14'deki ilkelere uygun akit tarafların yerleşme hakkı ve hizmet sunma serbestîsi üzerindeki kısıtlamaları kademeli kaldırmalarında sıra, süre ve prosedü­rü tespit edeceği belirtilir. Adalet Divanı'nın 11.05.2000 tarihindeki Savaş davası ile ilgili kararında Katma Protokol m. 41/l'in standstill olduğu ve doğrudan uygulanabilirliği vurgulanır. Ankara Antlaşması m. 12 ve Kat­ma Protokol m. 36'da işaret edilen serbest dolaşımın gerçekleştirilmesiy­le ilgili 20.12.1976 tarih ve 2/76 sayılı ve 19.09.1980 tarih ve 1/80 sayı­lı OK Kararları ilk aşamayı oluştururken Katma Protokol’ün m. 39'dan esinlenerek 19.09.1980 tarih ve 3/80 sayılı OK Kararı da işçilerin ve aile fertlerinin sosyal güvenlik haklarını düzenlemiştir. Adalet Divanı kararla­rında da vurgulandığı gibi Avrupa Birliği Hukuku için ayrılmaz parçaları olan OK Kararları'ndaki taahhütler üye devletler tarafından yerine getiril­melidirler. Aksi tutum acquis communautaire'in ihlalidir. 2/76 sayılı OK Kararı'nın m.1 gereği Türk işçilerinin serbest dolaşımının 01.12.1976'dan itibaren 4 yıl içinde ilk aşamasının tamamlanacağı belirtilir. Türk işçile­rin hukuki durumlarını güçlendiren 1/80 sayılı OK Kararı ise m. 13 uya­rınca Türk işçilerinin işe giriş koşullarında yeni kısıtlamalar getirilemeye­ceğini hükme bağlar. Adalet Divanı kararları uyarınca bu madde de standstill özellik taşır. 01.12.1980'den itibaren 2/76 sayılı OK Kararı'nın serbest dolaşımla ilgili dezavantajlı maddeleri 1/80 sayılı OK Kararı'nın daha avantajlı maddeleri ile ikame edilmişlerdir. 2/1 b sayılı OK Kara­rı'nın m. 2/l b üye devletlerin herhangi birinde 5 yıl yasal çalışan Türk iş­çisinin bizzat seçeceği bir işte serbest çalışacağını belirtir. Adalet Divanı Sevince Kararında bu hükmün doğrudan uygulanabilir olduğunu tescil eder. Aynı kararda Divan 2/76 OK Kararı'nın m. 7 uyarınca üye devlet­lerde yasal olarak ikamet eden ve çalışan Türk işçilerinin işe giriş koşul­larında yeni kısıtlama getirilememesinin de doğrudan uygulanır olduğu­na hükmetmiştir. 1/80 sayılı OK Kararı'nın 6. maddesi 2/76 sayılı OK Kararı'nın 2/l b maddesini işçilerimiz için daha avantajlı hale getirmiş ve
m. 6/1 uyarınca 3. bentte bir üye devlette bir yıl yasal çalışmadan sonraaynı işveren nezdinde çalışma iznini uzattırma hakkı, bir üye devlette üç yıl yasal çalışmadan sonra bizzat seçeceği işverenin iş bulma bürolarına kayıtlı iş arzını yanıtlama hakkı ve bir üye devlette dört yıl yasal çalışma­dan sonra bizzat seçeceği bir işe girme hakkı da Adalet Divanı'nın Sevin­ce Kararında doğrudan uygulanır olduğu tescil edilmiştir. Adalet Divanı Eroğlu ve Kadıman davalarındaki kararları ile 1/80 sayılı OK Kararı'nın bir üye devlette yasal olarak çalışan ve ikamet eden ve aile birleştirmesi­ne izin verilen aile fertlerinin bir üye devlette üç yıl yasal ikameti mütea­kip tüm iş arzlarına talep haklarını ve asgari beş yıl yasal ikamet sonra­sı diledikleri işe talip olma haklarını düzenleyen 7. maddesini de doğru­dan uygulanabilir bulmuştur.
1/80 sayılı OK Kararı'nın 10. maddesi üye ülkelerde yasal olarak ça­lışan T.C. uyruklu işçilere ücret ve diğer çalışma koşulları ile ilgili ayrım­cılık yapılamayacağı ve gerek işçilerin ve gerekse aile bireylerinin iş arar­ken iş ve işçi bulma hizmetlerinden yararlanma konusunda üye devlet vatandaşları ile eşit işleme tabi tutulacaklarını belirtir. Üye devletlerin ekonomik korunmalarını amaçlayan 2/76 sayılı OK Kararı'nın 6. madde­si ve onun tekrarı olan 1/80 sayılı OK Kararı'nın 12. maddesi üye devlet­lerin herhangi birinde bir bölge, bir sektörde istihdamın veya yaşam dü­zeyinin tehlike ve/veya tehdidi halinde üye devletlere yukarıda tadat edi­len hükümleri uygulamama yetkisi verilmektedir. 1/80 sayılı OK Kararın
13. maddesi 2/76 sayılı kararın 7. maddesinin tekrarıdır. Bu bağlamdastandstill nitelik taşıyan bu madde de Adalet Divanı'nın Sevince Kararı uyarınca doğrudan uygulanır özelliği haizdir. Söz konusu maddenin ay­rık durumu 1/80 sayılı OK Kararı'nın 14. maddesinde kamu güvenliği, sağlığı ve güvenliği esas alınarak kısıtlamalar uygulayabileceğini düzen­ler. Madde 15 uyarınca Ortaklık Komitesi'nin Ortaklık Konseyi'ne yıllık faaliyet raporu sunması ve Türkiye ile üye devletler arasında ekonomi, is­tihdam, toplumsal alanlarda eşgüdümü sağlaması hüküm altına alınır.
Serbest dolaşımın kademeli gerçekleştirilmesi amacıyla ihdas edilen 2/76 ve 1/80 sayılı OK Kararları, uygulama prosedürünün ulusal kural­larca oluşturulmasını müteakip tarafların Kararların uygulanması için gerekli önlemleri alacağını belirtirse de bu konuda üye devletlerin çaba göstermediği açıktır.
Kurucu Anlaşma’nın m. 177, m. 228 ve m. 238 uyarınca Ankara Ant­laşması'nı ve Katma Protokol’ü yorumlama tekelini haiz Adalet Divanı ge­rek Ankara Antlaşması'nın ve gerekse Katma Protokol’ün acquis commu­nautaire'in mütemmim cüz'ü olduğuna Demirel davasında karar vermiş­tir. Kurucu Anlaşma’nın 177. maddesi tüm üye devletlerde uygulamada birliği sağlama amacıyla hukukî yorum tekelini haiz Divan'ının kuruluş hükümlerinde, Topluluk organlarının tasarruflarını hukuken yorumuna dolayısıyla ön karar yetkisine sahip olduğu belirtilir. Üye devletler ve Top­luluk Kurumları için bağlayıcı olan 228. madde ise Kurucu Anlaşma’nın hedefleri doğrultusunda Konsey'in 3. ülkelerle antlaşma yapabileceğini, 238. madde ise Topluluğun karşılıklı hak ve yükümlülükler temelinde 3.
ülkelerle ortaklık antlaşmaları yapabileceğini hükme bağlar. Bu bağlam­da Divan işçilerin serbest dolaşımının Kurucu Antlaşma kapsamına gir­mesinden dolayı Topluluğun yetkili olduğunu, üye devletlerin de anlaş­madan mülhem taahhütlerini gerçekleştirmek zorunda oldukları yoru­munu getirdiği Demirel davasında serbest dolaşımla ilgili Ankara Antlaş­ması m. 12 ve Katma Protokol m. 36'nın açık ve kesin olmaması nedeniy­le doğrudan uygulanır olmadığını ve uygulamayı düzenleyen kuralların Ankara Antlaşması'nın m. 2 2'ye göre yetkili Ortaklık Konseyi tarafından düzenlenmemiş olmasından ötürü serbest dolaşım hakkının kullanıla­mayacağı yorumunu yapmıştır. Adalet Divanı Sevince davasındaki kara­rında Ortaklık Konseyi Kararları üzerinde de aynen Ankara Antlaşması ve Katma Protokol'de olduğu gibi yorum yetkisini haiz olduğunu belirtir. Böylece tüm üye devletlerde farklı uygulama ve yorumları da önlemiş olur.
Gerek Ankara Antlaşması gerekse Katma Protokol işçilerinin sosyal güvenlik alanında işlem eşitliğine tabi tutulmasını muhtevi değillerdir. Bu alandaki boşluk ATA m. 51'den esinlenen Katma Protokol’ün 31. maddesi uyarınca işçilerimizin aile bireylerinin sosyal güvenlik hakları­nın korunması için çıkarılan 3/80 sayılı OK Kararının 3. maddesinde yer alır. Bu bağlamda Katma Protokol m. 39/2 yaşlılık, maluliyet sağlık ve ölüm yardımları açısından üye devletler arasında eşgüdüm öngörülürken Türkiye'deki çalışma ve sigorta süreleri dikkate alınmaz. 3/80 sayılı OK Kararı 4. maddesinde işsizlik yardımı ile bir diğer boşluğu da doldurmuş­tur. 1408/71 ve onu değiştiren 574/72 sayılı Tüzüklerin çeşitli maddele­rine atıfta bulunan 3/80 sayılı OK Kararının 2. maddesinde "bir veya bir­den ziyade üye devletin mevzuatına tabi olan veya daha önce tabi olmuş olan Türk vatandaşlarına bunların Toplulukta oturan aile bireylerine ve ge­ride kalan hak sahiplerine uygulanacaktır" demek suretiyle uygulama ala­nını işçilerimizin sosyal güvenlik haklarını üye devletlerarası ile sınırla­mış gözükmektedir. Gerçi Ankara Antlaşması'nın m. 13 ve m. 14 ve Kat­ma Protokol’ün m. 41 yerleşme serbestîsi ve hizmetlerin serbest dolaşımı­nın ayrıntılarını düzenlemek üzere Ortaklık Konseyi'nce bir karar alınma­mıştır. Bu itibarla da Ankara Antlaşması'nın m. 13 ve Katma Protokol’ün
m. 41 standstill özellik taşımalarına karşın yerleşme hakkı ve hizmet sun­ma serbestisi ile ilgili kısıtlamaları kademeli kaldırılmalarına uygulana­cak prosedür, süre ve sıralamanın Ortaklık Konseyi'nce tespit edilmesi gerekirken "bu alanda belirlenen ayrıntılı kurallar tespit edilmediğinden Türk vatandaşlarının bağımsız çalışma hakkı dolayısıyla yerleşim serbes­tisi, hizmet sunma serbestisi ve dolayısıyla sosyal güvenlik hakları koordi­nasyonu ile ilgili kurallar yoktur" yorumu yapılmaktadır. Oysaki Ankara Antlaşması'nın m. 22/3 uyarınca Ortaklık Konseyi, 3/80 sayılı OK Kara­rının uygulama alanını, bağımsız çalışanları da ihtiva eder şekilde geniş­letebilir. Böylece yerleşme serbestîsi ve hizmet sunma serbestîsi önünde­ki engeller de aşılmış olur. 1/80 sayılı OK Kararı da Türk işçilerinin üc­retli olarak çalıştıktan sonra bağımsız çalışmaları ile ilgili hüküm ihtiva etmeseler de Katma Protokol m. 41/1 gereği bağımsız çalışma ve dolayı­sıyla yerleşim serbestîsine getirilen 1973 sonrası kısıtlamalar Türk işçile­rine hukuken uygulanamaz, uygulanmamalıdır.
3/80 sayılı OK Kararının Adalet Divanı'nın 04.05.1999 tarihli Sürül Kararında doğrudan uygulanır m. 3/1 uyarınca sosyal güvenlik yardım­ları konusunda Türk işçileri üye devlet yurttaşı işçilerle aynı hak ve yü­kümlülüklere sahip olduğundan işlem eşitliği öngörülmüştür. 3/80 sayı­lı OK Kararı Türk işçilerinin yaralanacağı sigorta yardımlarını, hastalık ve analık çalışma gücünün arttırılması ve korunması dâhil maluliyet aylık­ları, yaşlılık aylıkları, dulluk ve yetimlik ödenekleri, iş kazası ve meslek hastalıkları ödenekleri, ölüm yardımları, aile ödenekleri ve işsizlik yar­dımları olarak saymış ve işsizlik yardımları sigorta branşlarının düzen­lendiği III. Başlıktaki özel hükümlerde yer almadığından, süreç içinde yer verilmediğinden Türk işçileri Adalet Divanı’nın C 18/90 ECR 1–199 sayı­lı ve 1991 tarihli ayrımcılık yasağı ilkesinin işsizlik yardımlarına da uy­gulanacağı kararına dek olumsuzluklar yaşamışlardır.
Adalet Divanı’nın 10.09.1996 tarihli Taflan Kararıyla kabul edildiği tarihten itibaren taraflar için bağlayıcı olan 3/80 sayılı OK Kararı’nın esin kaynağı 1408/71 sayılı tüzüktür. 3/80 sayılı OK Kararı’nın 9. maddesin­de Tüzüğün m. 13/1, 2 a, 2 b m. 14, m. 15, m. 17'ye atıf yaparak uygu­lanacak mevzuatı belirleyip farklı hukuk sistemleri arasında eşgüdüm kurulmak istenmiştir.
3/80 sayılı OK Kararının m. 10 ila m. 19 arasında düzenlenen 1408/71 sayılı Tüzük'te tadat edilenlerin tekrarı olan yardımlarla ilgili özel hükümler belirtilir. 3/80 sayılı OK Kararı hükümleri 1408/71 sayılı Tüzükten alındığı gibi 3/80 sayılı karar 1408/71 ve 574/72 sayılı tüzük­lerin kapsama alanını Türk işçilerini de içine alacak şekilde genişletmek­tedir.
3/80 sayılı OK Kararı’nın CEE/TR 134/80 sayılı Ekinde yardım hak­larının kazanılması, ödenmesi, yeniden değerlendirilmesi ve yardımların hesaplanmasında Türkiye'de geçen sigorta sürelerinin dikkate alınması hususunda üye devletlerin yasal imkânları ve düzenlemeleri sağlama hu­susunda taahhütte bulundukları beyan edilmişse de yaşam pratiğinde sadece üye devletlerde tamamlanan sigorta sürelerinin birleştirilmesi ön­görülmüştür.
Ortaklık Hukuku'nun derinleşip, gelişmesinde AB egemenlik alanın­da yaşayan yurttaşlarımızın hak arama kültürlerinin büyük rolü vardır. Yurttaşlarımızın bireysel çabalarının organize edilmesi ve bir merkezden yönetilmesinin sağlayacağı yararların geometrik diziyle artacağı da kesin­dir. Ortaklık Hukuku'nun gelişiminde Adalet Divanı kararları da çok et­kili olmuştur. Bu bağlamda Ortaklık Hukuku'ndan doğan hakların ihlali dolayısıyla üye devletlerin ulusal mahkemelerinde açılan davalardan bek­letici unsur ön karar yoluyla Adalet Divanı önüne gelen M. Demirel dava­sından başlayarak ikame edilen davalarla ilgili Divan yorumlarında önce­likle Ankara Antlaşması, Katma Protokol ve OK Kararlarını Acquis Com­munautaire'in mütemmim cüz'ü (tümleyici parçası) olarak nitelendirmiş­tir. Divan yorumlarında Ankara Antlaşması'nın, Katma Protokol’ün ve OK Kararları'nın uygulanmalarının şarta bağlı olmayan, sarih, kesin ve doğ­rudan uygulanır hükümler olduğunu ve doğrudan etkili olduğunu belirt­miştir. Bu itibarla açık, kesin ve şarta bağlı olmayan hükümleri uygula­mak için üye devletin ulusal hukuklarında ek hukuki tasarruflara ihtiyaç olmadığı gibi yurttaşlarımız anılan hükümlere istinaden üye devletlerin ulusal yargı mercilerinde de hak iddiasında bulunabilirler. Divan Ankara Antlaşması gereği bağlı olmayı kabul eden akit tarafların OK Kararları'nın açık, kesin ve şarta bağlı olmayan hükümlerini uygulamaktan kaçınma­sı halinde Anlaşmayı ihlal etmiş olacaktır. Üye devletler, Ortaklık Konse­yi'nin Topluluk Organı olmadığını ve yasama yetkisine sahip bulunmadı­ğını 2/76 ve 1/80 OK Kararları'nın Resmî Gazete'de yayınlanmadığından doğrudan etkili olmadığını yurttaşlarımızın bu nedenle üye devlet ulusal mahkemeleri önünde bu kararlara istinaden hak iddiasında bulunama­yacağını ve 2/76 sayılı OKK m. 2/2 ve 1/80 OKK m. 6/3 uyarınca tanı­nan hakların üye devlet ulusal hukukuna göre uygulama prosedürünün tespiti gerektiğini bu nedenle OK Kararlarının doğrudan uygulanabilir ol­madığını ileri sürmüşlerdir. Adalet Divanı ise kararlarında lafz’i olmaktan ziyade teleolojik amaca yönelik yorumlar üreterek Ankara Antlaşması üzerinde ön karar yetkisini haiz olduğunu ve bu Anlaşma’nın oluşturu­lan ve Anlaşma’yı uygulayan Ortaklık Konseyi'nin ürettiği kararların yo­rum yetkisinin kendisinde olduğuna karar vermiştir. ATA m. l77/l b Top­luluk kurumlarının tasarruflarının geçerlilik ve yorumunun Divan'a ait olduğunu m. 177/2 gereği bu tür ihtilafı ulusal yargı organının ön karar için Adalet Divanı'na götüreceği, m. 177/3 ise kararlarına karşı iç yargı yolu tüketilen ulusal yargı organının Adalet Divanı'na başvurmak zorun­da olduğunu belirtir. Dolayısıyla hukuki denetim yetkisinin yanı sıra Di­van ATA m. 177 uyarınca sahip olduğu yorum tekeli ile OK Kararları'nın üye devletlerde farklı uygulanmasının yaratacağı kaosu önlemiştir. Divan OK Kararları'nın Resmî Gazete'de yayınlanmamış olmasının OK Kararla­rı'nın açık, kesin, şarta bağlı olmayan hükümlerine istinaden yurttaşları­mızın üye devlet ulusal yargı mercileri önünde haklarını ileri sürmelerini engellieyemeyeceğini ve bu tür hükümlerin yurttaşlarımıza tanıdığı hak­ların üye devlet ulusal hukuklarınca şarta bağlanamayacağını ve kısıtla­namayacağını hükme bağlamıştır.
Avrupa Birliği Hukuk Sisteminin uygulanmasındaki önemi yadsına­maz ulusal yargıç, Acquis Communautaire'in mütemmim cüz'ü olan Or­taklık Hukuku'nun uygulanmasında da şarta bağlı olmayan, açık, kesin, doğrudan uygulama hükümlerinin ulusal hukukla çelişik durum arz et­mesi halinde Ortaklık Hukuku'nun hükümlerini uygulamalıdır. Ulusal yargıç ulusal hukukta uygulanmakta olan, normların Ortaklık Huku­ku'nun ulusal üstü nitelik taşıyan normlarına ters düşmesi durumunda aynen acquis communtaire için yapmak zorunda olduğu gibi supra natio­nal hukuku gözetmek ve uygulamak zorundadır.
Ankara Antlaşması'nın 7. maddesi, 2/76 sayılı OK Kararı'nın 12. ve 1/80 sayılı OK Kararı'nın 29. maddeleri OK Kararlarındaki normların uy­gulanması ile hukuki ve idari tedbirlerin alınması konusunun üye devlet­lerin sorumluluğunda olduğunu vurgulamaktadır. Adalet Divanı kararla­rında 2/76 sayılı OK Kararı'nın m. 2/l b ve m. 7, 1/80 sayılı OK Kararı'nın
m. 6/1, m. 7/1–2, m. 13 ve 3/80 sayılı OK Kararı'nın ise m. 3/1 doğru­dan uygulanır ve doğrudan etki özelliklerini taşırken işçilerin serbest do­laşımını düzenleyen ATA m. 48'den esinlenen Ankara Antlaşması m. 12 ve Katma Protokol m. 36 şarta bağlı olduğu, açık ve kesin olmadıkları için ve 3/80 sayılı OK Kararı'nın m. 12 ve m. 13'ün de uygulama önlemleri olma­dığından doğrudan uygulanabilir nitelik taşımadıkları belirtilmiştir. Di­van, Türk işçilerine AB vatandaşlarına tanınan serbest dolaşım hakkının tanınmadığı sonucuna varmıştır. Bu son derece dar bir yorumdur.
Ülkemizde, AB Adalet Divanı'nın yurttaşlarımızla ilgili kararlarına dek, AET ve/veya AB ile imzalanan karar ve antlaşmaların hukukî niteli­ği tam olarak özümsenememiştir. Hatta AB Adalet Divanı kararlarının sa­dece yurtdışında yasayan ve çalışan Türk vatandaşlarını ilgilendirdiğini ileri süren görüşler ağırlık kazanmıştır. Bu gerçekten uzak analizlerin te­melinde esas unsurlardan hareket yerine Avrupa Birliği'ni sadece siyasi organizasyon olarak görmek yatmaktadır. Oysa Türkiye gerek imzaladığı antlaşmalar ve gerekse AB Adalet Divanı içtihatları gereği oluşan Ortak­lık Hukuku uyarınca hak sahibidir. Bunun en çarpıcı örneği Federal Al­manya'da Bavyera Eyaleti'nde yaşanmıştır. Abdülnasır Savaş'ın Birleşik Krallığa karşı açtığı davanın ön karar yolu ile AB Adalet Divanı önüne gel­mesi sonucu Divan'ın 11 Mayıs 2000 tarihinde verdiği kararın uygulan­masını sağlamak ve muhtemel tazminat yükü ile karşılaşmamak için Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanlığı 10.08.2001 tarihinde işadamlarımız ve kamyon şoförlerimiz için vize uygulamasını kaldırmıştı. Fakat Federal Al­manya İçişleri Bakam Otto Schilly'nin iç genelgesi ve biteviye hukuk dışı baskısı sonucu 25.09.2001 tarihi itibariyle vize tekrar uygulanmaya baş­landı. Yani 45 günlük sürede Federal Almanya Bavyera Eyaleti sınır ka­pısında yurttaşlarımız için vize askıya alınmış oldu.
AB Adalet Divanı'nın yurttaşlarımızla ilgili içtihatlarının ilkini teşkil eden 30.09.1987 tarihli Dcmirel davasının sonucu aleyhe de olsa Divan AET ile Türkiye arasında imzalanan Ankara Antlaşması, Katma Protokol ve Ortaklık Konseyi Kararlan ile ilgili ihtilaflarda kendini yetkili görmenin ya­nı sıra AET'in 3.ülkelerle yaptığı antlaşmaların anlam, amaç ve ifade açı­sından sarih, şarta bağlı olmayan bir durum arz etmeleri halinde doğrudan uygulanabilir özelliği taşıdıklarını vurgulamıştır. 20.09.1990 tarihli Sevince kararında Divan, AET ile Türkiye arasında akdedilen Ankara Antlaşması, Katma Protokol’ün AB tarafından uygulanması zorunlu devletler hukuku antlaşmaları olduğunu vurgularken Ortaklık Konseyi Kararları'nın Ankara Antlaşması ile doğrudan bağlantılı olması nedeniyle bu kararların AB Hu­kuku’nun mütemmim cüz'ü olduğunu belirtmiştir. 11 Mayıs 2000 tarihin­de Abdülnasır Savaş kararında ise Katma Protokol m. 41/l'in hakların kö­tüleştirilemeyeceği (stand still) niteliğin tüm üye ülkelerde doğrudan uygu­lanacak hüküm olduğunu belirtmiştir. Bu itibarla yerleşim özgürlüğü ve hizmet edimini kısıtlayacak yeni engeller getirilemez. Katma Protokol 1971'de imzalanıp 1973'de yürürlüğe girmiştir. Divan Kararı gereği mevcut haklar korunmalıdır. Bu itibarla 1980 tarihinden başlayarak Türk yurt­taşlarına uygulanan vize AB Hukuku'na aykırıdır. Mevcut hakların ko­runması hükümleri bireye yerleşim hakkı vermemekte ama AB üye devlet­lerine de Katma Protokol'ün yürürlüğe girdiği tarihten sonra yeni kısıtlama­lar koyma hakkını vermemektedir. Bavyera Eyaleti içişleri Bakanlığı bu hükme istinaden Türklerin hizmet sunucu veya kamyon şoförü olarak Fe­deral Almanya'ya gelmesi durumunda 01.01.1973 tarihinde Federal Al­manya'da geçerli olan Alman Yabancılar Kanunu'nun Uygulama Yönetme­liğinin m.2/2 gereği "işadamları, hizmet grupları, sporcular ve istisna akdi ile gelenler önceden izin almaksın Almanya'da 2 ay kalabilirler hükmüne" is­tinaden iki ay süre ile bu nitelikteki kişilerin Almanya'da vizesiz kalabile­ceklerini teyit etmiştir. Bu itibarla Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına uygu­lanabilecek hukuk düzeni 1973'teki hukuk düzenidir.
Amsterdam Antlaşması sonrasında AB'dc sınırların korunması ile il­gili ve tüm üye ülkeler için geçerli olan VO 574/1999/EG sayılı ve 1999 tarihli Vize Yönetmeliği ihdas edilmiş ve Yönetmeliğin m. 4/1 uyarınca diplomatik pasaportlara ve hizmet pasaportlarına istisna tanınmıştır. Bi­lindiği gibi Avrupa Birliği Hukuk Sistemi’nde yönetmelikler ikincil hukuk kaynaklarıdır­ Hâlbuki AET'nin Türkiye ile akdettiği Ankara Antlaşması, Katma Protokol devletler hukuku antlaşmalarıdır. Adalet Divanı içtihat­ları uyarınca normlar hiyerarşisi açısından devletler hukuku antlaşmala­rı ikincil hukuk tasarruflarından önce gelir. Ayrıca Alman Anayasa Mah­kemesi de 1987'deki kararı ile devletler hukuku antlaşmasından sonra yapılan hukuki düzenleme devletler hukuku antlaşmasındaki maddeleri doğrudan kaldırma amacını taşımıyorsa devletler hukuku antlaşmasının önceliğe sahip olduğuna hükmetmiştir. Bu itibarla ikincil hukuk tasar­rufları devletler hukuku antlaşmaları ile çatışmayacak biçimde yorum­lanmalıdır. Bu bağlamda Katma Protokol m. 41/1 AB Vize Yönetmeliğin­den önce gelir. Bu nedenle hizmet sunucuları istisna akdi ile gelenle­re AB Vize Yönetmeliği tatbik edilemez.
Bazı Alman hukukçularına göre Türk işadamlarından istenilen vize­nin, vize yönetmeliği ve Katma Protokol ile beraber incelendiğinde bunun yol gösterici niteliğinin kurucu niteliğine nazaran daha ağır bastığını bu nedenle vizenin sınırda pasaportun kontrolü hükmünde olması gerektiği­ni ve vizenin sefaretler ve/veya konsolosluklara bedelsiz verilmesi gerek­tiği görüşünü ileri sürmektedir. Divan çeşitli kararlarında Acquis Com­muııautaire'i ihlal eden üye devletlerin sorumluluğunu belirtmiştir. Divan
"üye ülkelerin örneğin yönergelerin üye devletlerin iç hukuklarına yanlış, eksik veya geç duhul edilmeleri halinde yasama düzeninde haksızlık ya­rattıklarını ve/veya bir üye devletin organlarının veya çalışanlarının mev­zuatı ihlali üye devletin sorumluluğunu gerektirir" demektedir. Üye devlet­te yönetimin Acquıs Communautaire'i ihlali, idarî haksızlığı veya yargı ka­rarlarının ihlal edilmesi, yargı kararlarına karşı haksızlık olgusunu orta­ya çıkarır. AB Hukuk Sistemi'nin bireylere sağladığı hakların verilmeme­si idarenin sorumluluğunu dolayısıyla üye devletin bireye Karşı tazminat sorumluluğunu gündeme getirir.
AB Hukuku'nun ihlali, AB Adalet Divanı kararlarının yerine getiril­memesi ve/veya yerleşik içtihata aykırı davranma halinde ortaya çıkar. Burada kusursuz sorumluluk söz konusudur.
AET ve süreç içinde AT ve AB ile ortaklık kuran Ankara Antlaşması, Katma Protokol ve 2/76, 1/80, 3/80, 1/95 sayılı OK Kararlarına aykırı davranışlarla ilgili Divan Kararı yoktu. Ancak Divan kararlarının doğru­dan uygulanabilirliği özelliğini taşıması nedeniyle vize uygulamasından dolayı tazminat hakkı doğmaktadır. Halen 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı çerçevesinde entegre olduğumuz Gümrük Birliği kapsamında AB üye ülkelerine ihracat yapan Türkiye'de mukim firmalarla, AB üye ülke­lerinden ithalat yapan Türkiye'deki firmalar AB üyesi ülkeler tarafından özellikle vize işlem ve sürelerinde eşit muameleye tabi tutulmamaktadır. AB'den ithalat yapanlara çok kısa sürede uzun süreli (3 ila 5 yıllık) vize verilirken AB'ye ihracat yapanlara yapay güçlükler çıkarılarak 3–5 gün­lük vizeler verilmektedir. İhracatın böylesi bir kısa sürede ticari bağlantı­lara girmesinin güçlüğü yanı sıra ihraç ürününün ayıplı olması, ödeme­me vb. sorunların ortaya çıkması halinde vize sorunu nedeniyle Türk işa­damının ilgili üye ülkelerde temaslarda bulunması engellenmektedir. Böylesi bir muamele eşitsizliğinin AB­Türkiye dış ticaret hadlerinde ülke­miz aleyhine sonuç vermesi doğaldır. AB üye devletlerinin kusursuz so­rumluluğunu yaratan bu durum İç Pazar'da rekabeti engellemekte, boz­maktadır. Rekabetin engellenmesi, ATA'ya, Acquis Communautaire'in mü­temmim cüz'ü Ankara Antlaşması, Katma Protokol ve 1/95 sayılı OK Ka­rarına aykırıdır. Yukarıda somut örneklerini verdiğimiz ihlallerle ilgili ola­rak merkezî idarenin yönlendirici şemsiyesi altında hukuk yollarının kul­lanılması gerektiği inancındayız. Bu bağlamda Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye Temsilciliği aracılığı ile AB Adalet Divanı'na gidilebileceği gibi AB­Türkiye Ortaklık Konseyi'nin toplanmasını ve bu alandaki ihtilafa Katma Protokol'ün m. 41/1 doğrultusunda çözüm getirilmesi için siyasi iradenin ağırlığım koyması gerekir.
Kullanılacak hukuk yollarından biri de ihtilaf yaratan AB üyesi çeşit­li ülkelerde iç hukuk yolları olabilir. Böylesi bir tercih hem üye devletle­rin bidayet mahkemeleri, istinaf mahkemeleri ve temyiz gibi iç hukukun tüketilmesini gerektirdiğinden uzun zaman alacağı gibi üye devletlerin mahkemelerinin ihtilafa ulusal çıkar açısından bakmaları riskini taşır. Ayrıca genel uygulama imkânı olan tek karar alınmasını, engellediği gibi yargı giderleri ve avukatlık harcamaları da çok yüksek meblağlar tutabi­lir.
Hukukî sorunla ilgili olarak bir diğer hukuk yolu da AB Komisyonu ve/veya AB Adalet Divanı nezdinde yapılacak başvurudur. Bunun için de bir AB üye ülkesinde dava açılması zorunluluğu vardır. Bu tür hukuk yo­lu kullanımında firma bazında bir başka deyişle gerçek ve/veya tüzel ki­şi olarak dava açıldığı takdirde Adalet Divanı şahsi haklar temelinde ihti­lafa ­deneyim ile sabit­ özel önem atfetmektedir. Zira Divan ülkelerin res­mî görüşlerini ihtiva eden resmî duruşlardan ziyade gerçek ve/veya tüzel kişilerin şahsi haklar çerçevesinde uygulamadaki olumsuzluklara daha sıcak yaklaşmaktadır. Ayrıca Adalet Divanı İç Pazarda rekabetin engel­lenmesi alanında çok duyarlı olduğundan dava stratejisi saptanırken hu­kukî ihtilafın rekabet hukuku ile bağlantısının kurulmasını sağlayacak uygun taktiklerin kullanımı başarıyı getirecektir. Bu bağlamda ihtilafın en çarpıcı biçimde ortaya çıktığı üye ülkede açılan davanın ön karar yolu ile Adalet Divanı'na taşınması gerekir. Ayrıca AB Komisyonu'nun da şah­sı haklar ile ilgili ihtilaflarda son derece duyarlı olduğunu bilmekteyiz. Gerçek ve/veya tüzel kişinin bir hukuki ihtilafı AB Adalet Divanı'na veya AB Komisyonu'na götürmesi için istinat ettiği kararın gerekçesi olan nor­mun doğrudan etkili olması gerekir. Bilindiği gibi AB Adalet Divanı Sevin­ce Kararıyla 2/76, 1/80 OK Kararları'nın doğrudan etkisine hükmetmiş ve Kuş, Eroğlu, Tetik, Taflan, Kadıman, Ertanır, Günaydın, Eker, Birden kararlarında da bu durumu teyit etmiştir. Ankara Antlaşması'ndan esinlenen 1/95 sayılı Gümrük Birliği Kararının da doğrudan etkili oldu­ğu yani AB üye devletleri için bağlayıcı olduğu ve doğrudan etki de ihtiva ettiğinden üye ülkelerin yanı sıra yararları zedelenen gerçek ve tüzel kişi­lerin de dava ehliyetine sahip oldukları açıktır. Açılacak davanın hareket noktası 1/95 sayılı Gümrük Birliği Kararındaki malların serbest dolaşı­mının vize engeli ile sınırlandırılmasının yanı sıra İç Pazar'da rekabetin korunması ilkesinin ihlal edilmesi savıdır. Ankara Antlaşması da, Katma Protokol da rekabetin korunması, engellenmemesi, saptırılmamasının ya­nı sıra simetrik ilişkilerin kurulmasını ihtiva ederler. Bazı hukukçuların Gümrük Birliği’nin yararlar dengesini içermediğini bu nedenle Türk itha­latçısı ile ihracatçısı arasında ilişkilerde denge aramanın yersiz olduğu yolundaki görüşleri kanımızca geçersizdir. İhtilafı yaratan rekabetin kısıt­lanması ve/veya hâkim durumun kötüye kullanılmasıdır. Vize engelinde de hem İç Pazar’da malların serbest dolaşımı önüne engeller konulmakta hem de Acquis Communautaire’in rekabet hükümlerine aykırı davranıl­maktadır.