Olağanüstü zamanaşımı - Tescil davasının süre yönünden reddedilmesi - Aynı yerle ilgili olarak açılacak ikinci dava
Ekleyen: Av.dilek Kuzulu Yüksel | Tarih: 1-03-2007 | Kategori: İçtihat | Not
ÖZET: “4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713 üncü maddesinin 1 ve 2 nci fıkraları gereğince açılan tescil davasının süre yönünden reddedilmesi halinde; aynı yerle ilgili olarak açılacak ikinci davanın olumlu sonuçlanabilmesi için, ilk kararın kesinleşmesinden itibaren taşınmaz üzerindeki zilyetliğin davasız, aralıksız ve malik sıfatıyla yeniden 20 yıl sürmesi gerekir.”
YARGITAY İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME
BÜYÜK GENEL KURULU KARARI
Esas No: 2005/1
Karar No: 2007/1

ÖZET: “4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713 üncü
maddesinin 1 ve 2 nci fıkraları gereğince açılan
tescil davasının süre yönünden reddedilmesi halinde;
aynı yerle ilgili olarak açılacak ikinci davanın
olumlu sonuçlanabilmesi için, ilk kararın
kesinleşmesinden itibaren taşınmaz üzerindeki
zilyetliğin davasız, aralıksız ve malik sıfatıyla
yeniden 20 yıl sürmesi gerekir.”

I. İçtihatları Birleştirme İstemi

Kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak açılan
ve kazanma için öngörülen 20 yıllık sürenin dolmaması
nedeniyle reddedilen ve kesinleşen davanın süre
dolduktan sonra yeniden açılan ikinci tescil davasında
çekişme sayılıp sayılamayacağı hususunda Yargıtay
Hukuk Genel Kurulu’nun kendi kararları ile Yedinci,
Sekizinci, Onaltıncı, Onyedinci ve Yirminci Hukuk
dairelerinin kararları arasında aykırılık bulunduğu
ileri sürülerek içtihatların birleştirilmesi
istenmiştir.

Konu Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunda görüşülerek
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 29.11.1969 tarih,
1969/656-852, 12.05.1973 tarih, 1969/808-403,
10.04.2002 tarih, 161/301, 04.06.2003 tarih, 364-396
sayılı kararları ile Yedinci Hukuk Dairesi’nin
04.06.1986 tarih, 11300-5985, 20.12.1990 gün,
12149-15575, Sekizinci Hukuk Dairesi’nin 25.03.1966
tarih, 1823-1738, 18.01.1996 tarih, 4585-308,
20.11.2001 tarih, 5761-8139, Onaltıncı Hukuk
Dairesi’nin 17.07.1990 tarih, 16076-11850, Onyedinci
Hukuk Dairesi’nin 23.11.1992 tarih, 2408-10615,
Yirminci Hukuk Dairesi’nin 18.04.2002 tarih, 761-3737
sayılı kararları arasında içtihat aykırılığı
bulunduğuna ve bu aykırılığın Yargıtay İçtihatları
Birleştirme Büyük Genel Kurulunca giderilmesine karar
verilmiştir.

Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun 03.11.2006 tarihli ilk
toplantısında Sekizinci Hukuk Dairesi kararlarının
Hukuk Genel Kurulu, Yedinci, Onaltıncı, Onyedinci ve
Yirminci Hukuk Dairesi karalarıyla çatıştığı Hukuk
Genel Kurulu kararları arasında aykırılıklar olduğu
gibi dairelerin bazı kararlarınında birbirine aykırı
düştüğü belirlenerek aykırılıkların içtihadı
birleştirme suretiyle giderilmesi kararlaştırılmıştı r.

II. İçtihatları Birleştirmenin konusu, kapsamı ve
gerekçesi:

Kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak açılan
ve kazanma için öngörülen 20 yıllık sürenin dolmaması
nedeniyle reddedilen ve kesinleşen tescil davasının,
eksik süre tamamlandıktan sonra açılan ikinci tescil
davası bakımından çekişme sayılıp sayılamayacağı, bir
başka anlatımla birinci davanın kesinleşmesi
tarihinden itibaren yeniden dava açmak için 20 yıllık
kazanma süresinin dolması gerekip gerekmediği
içtihatları birleştirmenin konusunu oluşturmaktadı r.

Olağanüstü zamanaşımı ile taşınmazın mülkiyetinin
kazanılması 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713.
maddesinde düzenlenmiştir.

Sözü edilen maddenin birinci fıkrası “Tapu kütüğünde
kayıtlı olmayan bir taşınmaz davasız ve aralıksız
olarak 20 yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde
bulunduran kişi ...taşınmazın mülkiyet haklarının tapu
kütüğüne tescilini isteyebilir.”

Aynı maddenin ikinci fıkrasında “Aynı koşullar altında
maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan veya 20 yıl önce
ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse
adına kayıtlı bulunan taşınmazın… tapu kütüğüne
tesciline karar verilmesini isteyebilir” hükmünü
içermektedir.

Her iki fıkradaki düzenleme ve hukuki nedenler farklı
olsa da zamanaşımı ile mülk edinme koşulları aynı
olduğundan bu fıkralar içtihatları birleştirmenin
kapsamına girmektedir.

Ayrıca olağanüstü zamanaşımı ile mülkiyet haklarının
kazanılması 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13.1-a ve
14.B-b,c maddelerinde de düzenlenmiştir. İçtihadı
Birleştirme kararının bu maddelerle ilgili olarak da
hüküm ifade edeceği hususunda duraksama olmamalıdır.

Kural olarak zamanaşımı ile bir hakkın özü veya dava
hakkı sona erer. Zamanın geçmesiyle bir hak ortadan
kalkıyorsa buna hak düşürücü süre (sükut-u hak süresi)
denir. Hak düşürücü süre itiraz niteliğinde olduğundan
mahkemelerce re’sen dikkate alınır. Buna karşılık bazı
hallerde zamanın geçmesiyle hakkın özü ortadan
kalkmadığı halde, dava edilerek elde edilmesi olanağı
ortadan kalkar. Zamanla dava hakkının düşmesine ise
zamanaşımı (müruru zaman) denilir. Zamanaşımı def’i
niteliğindedir. Davaya karşı davalı veya müdahil
tarafından ileri sürülebilir. Hakim def’iyi re’sen
dikkate alamaz.

Kökeni Roma Hukuku’na dayanan Türk ve İsviçre
hukuklarında yer alan zamanaşımı ile hak kazanma
kendine özgü istisnai bir kurumdur.

Kanun koyucu, zamanaşımı ile mülk kazanılmasına
ilişkin koşulları yoruma bırakmamış ve birer birer
saymıştır. Bu koşullardan biride zilyetliğin “davasız”
sürmesidir.

Öncelikle davanın tanımının yapılması ve davasız
kelimesinin hangi anlama geldiğinin ve davanın
sonuçlarının açıklanması gerekli görülmüştür.

Dava: bir hakkı ihlâl edilen veya bir hakkın
tanınmasını ve korunmasını isteyen kişinin devletin
yargı organından hukuki yardım istemesidir.

743 sayılı TMK. da “Niza” Kadastro Kanununda ise
“Çekişme” sözcükleri kullanılmıştır. Niza ve çekişme
sözcüklerinin “Dava” anlamına geldiği konusunda öğreti
ve uygulamada fikir birliği bulunmaktadır.

Zilyetliğin kazanma sağlayabilmesi için 20 yıllık
sürenin “davasız” sürmesi zorunludur. Kanun koyucu
zilyetliğin davaya konu olmamasını amaçlamıştır.
“Davasız” sözcüğü açık ve emredici bir hükümdür.
Kanunda zilyet aleyhine açılan davadan söz
edilmemiştir. Kanunun açık olduğu durumlarda yoruma ve
gerekçeye başvurulamaz. TMK. nun 1. maddesi gereğince
kanun özüyle ve sözüyle uygulanmalıdır. Kaldı ki
maddenin gerekçesinde “… zilyede karşı bir istihkak ve
müdahalenin önlenmesi davası olmasının niza (çekişme)
sayılacağıdır.” İfadesine yer verilmiştir. Zilyet
aleyhine açılan ve olumlu sonuçlanan davanın
zilyetlikle kazanmaya engel olacağı bilinen bir
gerçektir. Taşınmaz malların aynıyla ilgili kararlar
zamanaşımına uğramaz. Hazine veya kayıt malikinin
mirasçıları tarafından zilyet aleyhine alınan bir
ilamdan sonra zilyetliğe değer verilmesi de mümkün
değildir (HUMK. Md.237). Bu nedenle gerekçe bilinen
bir gerçeği belirtmekten ileri gidememiştir. Gerekçe
bu yönüyle eksiktir. Öte yandan zilyet tarafından
açılan davaların dava sayılmayacağına ilişkin
gerekçede bir hüküm olmadığından gerekçeye
aykırılıktan da söz edilemez. Bu nedenle gerek zilyet
tarafından Hazine veya malikin mirasçıları aleyhine,
gerekse taşınmazın malikleri tarafından zilyet
aleyhine yargı mercilerine yapılan başvuru teknik ve
hukuki anlamda davadır.

Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay’ın ilgili tüm daireleri
tutarlı bir biçimde 20 yıllık zilyetlik süresinin dava
tarihine kadar gerçekleşmiş olması koşulunu
aramaktadırlar. Dava açıldıktan sonra işleyen süre
zilyetliğe eklenmemekte ve dava eksik süreden
reddedilmektedir. Dava açılmasının doğal ve zorunlu
sonucu da budur. Aynı davada eklenemeyen eksik sürenin
başka bir dava açılarak eklenmesi hukukça kabul
edilemez bir olgudur.

Kanun koyucu zamanaşımı ile mülk edinilmesi
koşullarını ayrıntılı olarak belirtmiştir. Kazanma
için bu koşulların tümünün birlikte gerçekleşmesi
zorunludur. Bu koşulları ayrı ayrı davalarda aramak ve
eksiği tamamlamak mümkün değildir. Bu koşullardan
tümünün varlığı halinde davanın kabul edilmesi, bu
koşullardan birinin bulunmaması halinde davanın
reddedilmesi gerekir.

Dava tarihine kadar 20 yıllık sürenin gerçekleşmesi de
zilyetlikle kazanmanın temel ve asli bir koşuludur. Bu
koşulun zilyetlik için öngörülen diğer koşullardan bir
farkı bulunmamaktadı r. Bu süre usul hukukuna ilişkin
bir süre olmayıp maddi hukuka ilişkin ve mülkiyet
hakkının oluşması için öngörülen bir süredir.

Dava açmak ve yargı mercileri önünde hak aramak
Anayasa güvencesi altındadır. (Anayasa Md.36)
Davacının haklılığına inanması yeterli olmayıp,
haklılığını kanıtlaması gerekir. (TMK. Md.6) Dava
açmanın sonuçları Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile
Borçlar Kanununda düzenlenmiştir. Dava açan davanın
sonuçlarına da katlanmak zorundadır.

Davacı, davayı kazandığı takdirde lehine, kaybettiği
takdirde aleyhine kesin hüküm oluşur. (HUMK. Md.237)
Zilyet tarafından açılan ve redle sonuçlanan davanın,
davacı zilyet aleyhine sonuç doğurmayacağına ilişkin
yasalarımızda bir hüküm bulunmamaktadı r.

Kural olarak kesin hükümle sonuçlanan bir uyuşmazlığın
bir daha yargı mercileri önüne getirilmesi
olanaksızdır. Ancak Yargıtay tescil davasının kendine
özgü ve özel kuralları olan bir dava olması nedeniyle
davanın reddinden sonra tescil için öngörülen
koşullarının tümünün birlikte yeniden oluşması halinde
dava açılabileceğini ilke olarak kabul etmektedir.
Zilyet tarafından açılan tescil davasıyla
sınırlı olarak kabul edilen bu uygulama genel kuralın
ayrık bir durumunu oluşturmaktadı r. Dava açılmasının
doğal sonucu olarak tescil davasının açıldığı
tarihten, davanın reddine ilişkin kararın kesinleşmesi
tarihine kadar geçen zilyetlik süresi dava konusu
olduğundan sonra açılan tescil davasına
eklenemeyecektir. Bir başka anlatımla davanın
kesinleşmesinden itibaren yeniden 20 yıllık sürenin
dolmuş olması gerekecektir. (BK. Md.135)

Türk Medeni Kanunu’nun 714. maddesinde “kazandırıcı
zamanaşımının sürelerinin hesaplanmasında,
kesilmesinde ve durmasında, Borçlar Kanunu’nun
zamanaşımına ilişkin hükümleri kıyasen uygulanır”
hükmüne yer verilmiştir.

Borçlar Kanunu’nun 133/2. maddesine göre alacaklı
borçluya karşı mahkemede veya hakim önünde dava açarak
yada karşılıklı bir iddia ileri sürerek alacağını
dermeyan ettiği takdirde zamanaşımı kesilir. Tescil
davalarında zilyedin tescil istemiyle başvuruda
bulunması dava, hazinenin veya tapu kayıt maliki
mirasçılarının tescil istemine karşı koymaları da
def’i niteliğindedir. Zilyet tarafından dava açılması,
davalı hazine veya kayıt malikinin mirasçıları
tarafından davaya karşı konulması zamanaşımını keser.

TMK.nun 714. maddesi, zamanaşımının uygulanması
bakımından Borçlar Kanunu’na yollama yapmıştır. Yorum
yaparken “Kıyas” özellikle vurgulanmıştır. Borçlar
Kanunu’nda zilyetlikle, Türk Medeni Kanunu’nda ise
alacakla ile ilgili düzenleme yapılmamıştır. Bu
nedenle tescil davalarında davacıyı “alacaklı” kişi
olarak değerlendirmek gerekir. Zira davaya konu
taşınmazın mülkiyetinin davalıdan alınarak hakkının
tanınmasını, korunmasını ve adına tescilini isteyen
kişi davacıdır. Davacı, davalı taraf aleyhine dava
açarak bir istemde bulunmaktadır. Zamanaşımı
değerlendirmesinde bu hususun göz önünde tutulması
zorunlu bulunmaktadır.

Fıkrada ayrık durum öngörülmediğinden, davacı
tarafından açılan dava ile işlemekte olan zamanaşımı
kesinleşecektir. Kaldı ki davalı tarafın tescil
istemine karşı koyması da zamanaşımını keser. Davaya
karşı konulmasının itiraz olarak nitelendirilmesi
sonuca etkili değildir. Zira itiraz geniş kapsamlı,
def’i dar kapsamlıdır. Çoğun içinde az vardır.

Zamanaşımının kesilmesinin sonuçları B.K.nun 135.
düzenlenmiştir. Bu maddeye göre zamanaşımının
kesilmesi halinde sürenin yeniden işlemesi gereklidir.
Zamanaşımının kesilmesinin doğal sonucu önceki sürenin
geçersiz sayılmasıdır.

Yukarıda belirtildiği üzere;

Önceki dava, süren zilyetliği kesmiştir. Dava
tarihinden, tescil isteminin eksik süre yönünden
reddine ilişkin kararın kesinleştiği tarihe kadar
gerçekleşen zilyetlik ise davaya konu olması
itibariyle hesaba katılamaz. Sonradan açılan tescil
davasında da zilyetlikle kazanma koşullarının tümünün
birlikte gerçekleşmesi zorunlu bulunmaktadır. Bu
nedenlerle içtihat aykırılığının Hukuk Genel Kurulu,
Yedinci, Onaltıncı, Onyedinci ve Yirminci Hukuk
Dairesi görüşleri doğrultusunda birleştirilmesine
karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 713 üncü
maddesinin 1 ve 2 nci fıkraları gereğince açılan
tescil davasının süre yönünden reddedilmesi halinde;
aynı yerle ilgili olarak açılan 2 nci davanın olumlu
sonuçlanabilmesi için, ilk kararın kesinleşmesinden
itibaren taşınmaz üzerindeki zilyetliğin davasız,
aralıksız ve malik sıfatıyla yeniden 20 (yirmi) yıl
sürmesi gerektiğine 19.01.2007 tarihli üçüncü oturumda
oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

1-İçtihatları Birleştirmenin Konusu;

“Kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak daha
önce açılıp kazanmayı sağlayan 20 yıllık zilyetlik
süresi dolmadığından reddedilen ve kesinleşen tescil
davasının, süresi dolduktan sonra açılan ikinci tescil
davası bakımından çekişme (dava) sayılıp
sayılamayacağı ve birinci davanın kesinleşmesi
tarihinden itibaren yeniden dava açmak için 20 yıllık
kazanma süresinin dolmasının beklenilmesine gerek olup
olmadığı hakkındadır”

2-Dairelerin ve Hukuk Genel Kurulunun Görüşleri;

8. Hukuk Dairesinin çoğunluk görüşüne göre, zilyet
tarafından açılan ilk tescil davası süreden
reddedilmiş bulunduğundan, açılan ikinci tescil davası
bakımından çekişme (dava) oluşturmaz ve bu nedenle ilk
tescil davasının kesinleşmesinden itibaren yeniden 20
yıllık kazanma süresinin beklenilmesine gerek
bulunmamaktadı r.

Buna karşılık 7,16,17 ve 20. Hukuk Dairelerinin 2001
yılından önceki bazı kararları ile Hukuk Genel
Kurulunun 2001 yılından sonraki kararlarına göre ise,
20 yıllık kazanma süresinin dolmaması nedeniyle
reddedilen tescil davasının kesinleşmesi tarihinden
itibaren zilyedin yeniden 20 yıllık kazanma süresini
beklemesi gerekir. Çünkü kesinleşen ilk tescil davası
açılacak ikinci tescil davası bakımından “dava” (niza)
teşkil etmekte olup, TMK.nun 714. maddesi ile bu
maddenin yollamada bulunduğu Borçlar Kanunun ilgili
maddeleri uyarınca zamanaşımı keser.

3-Olağanüstü Zamanaşımı;

Olağanüstü zamanaşımı ile taşınmaz edinme, 4721 sayılı
TMK.nun 713. maddesinde düzenlenmiştir. Sözü edilen
maddenin 1. fıkrasına göre, kazanmayı sağlayan
zilyetlikle taşınmaz edinilebilmesi için “tapu
kütüğünde kayıtlı olmayan bir taşınmazı, davasız,
aralıksız olarak 20 yıllık süre ile ve malik sıfatıyla
ile zilyetliğinde bulunduran kişi; taşınmazın adına
tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini
isteyebilir.

Aynı maddenin 2. fıkrasına göre ise; “aynı koşullar
altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20
yıl önce ölmüş ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş
bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının
veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının
zilyedi de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir
payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne
tesciline karar verilmesini isteyebilir.

TMK.nun 713/1 ve 2. fıkralarında açıklanan hukuki
sebepler kısmen farklı da olsa, her iki fıkra
birbirleriyle bağlantılı olup öngördükleri zamanaşımı
süresi ve aranan diğer koşulların aynı olması
nedeniyle her iki fıkra da bu açıdan içtihatları
birleştirilmenin konusunu oluşturmaktadı rlar. Yani
içtihatların birleştirilmesi kararı her iki fıkra
hakkında da uygulanacağı konusunda duraksamamak
gerekir.

Zilyetlikle taşınmaz edinebilmek için, TMK. nun 713/1.
maddesi uyarınca aranan diğer koşullar yanında,
taşınmazın nitelik itibariyle de kazanmaya elverişli
olması (örneğin: mera, yaylak, kışlak gibi benzeri
yerler ile TMK.nun 715. maddesinde açıklanan yerlerden
olmaması gerekir) ve 20 yıl süre ile ekonomik amaca
uygun olarak zilyet tarafından kullanılmış olması
gerekmektedir.

Öte yandan tescil davaları; usul hukukunun öngördüğü
dava tiplerinden hiçbirinin tanımına tıpa tıp uymaz.
Bu bakımdan anılan davalar kamusal yönü ağır basan ve
kamu düzenini yakından ilgilendiren davalar olduğu bir
gerçektir. İlke olarak tüm hukuk davalarında; hâkim
tarafların iddia ve savunmalarıyla bağlı olduğu halde,
tescil davalarında adeta kendiliğinden araştırma,
inceleme ve değerlendirme kuralı geçerlidir.
Zilyetliğin çekişmesiz (davasız) ve aralıksız olarak
20 yıl süre ile ve malik sıfatıyla geçip geçmediği,
ekonomik amaca uygun olarak kullanılıp kullanılmadığı,
taşınmazın nitelik itibariyle kazanmaya elverişli
bulunup bulunmadığı, gerekli ilamların yapılıp
yapılmadığı hususları ile kısaca TMK.nun 713.
maddesinde aranan gerekli tüm koşulların mahkemece
re’sen (kendiliğinden) araştırması zorunludur. Bu ilke
ve açıklamalar ışığında Hazine veya ilgili kamu tüzel
kişilerinin davanın reddini savunup savunmamaları nın,
def’i ileri sürüp sürmemelerinin bir önemi
bulunmamaktadı r. Hatta yöntemine uygun bir biçimde
davayı kabul etmeleri de sonuca etkili değildir.
Çünkü, Mahkeme zorunlu olarak bu tür durumlar
karşısında dahi zilyetlikle taşınmaz edinme
koşullarını kendiliğinden araştırmak ve incelemek
durumundadır. (örneğin: yerel gazete ilanlarının
yapılması, karar için üç aylık sürenin beklenilmesi ve
yargılama sırasında davaya katılma biçimi hiçbir hukuk
davasında görülmemektedir) . Bundan ayrı, Hazine veya
ilgili kamu tüzel kişilerinden Köy Tüzel kişiliği
TMK.nun 713/6. maddesi ve fıkrası uyarınca, “aynı
davada kendi adlarına tescile karar verilmesini
istemeleri mümkün bulunduğu gibi, Hazine, 2644 sayılı
Tapu Kanununun 1. maddesi uyarınca idari yoldan da
taşınmazı adına tapuya kayıt ve tescil ettirebilir.”
Daha ötesi Hazinenin; yargılama sırasında taşınmazı
adına tescile karar verilmesini istemesi, hiçbir şekle
bağlı olmayıp 492 sayılı Harçlar Kanunun 13/j maddesi
uyarınca harçtan bağışık olduğu da gözetildiğinde,
sadece beyanda bulunması yeterli olup, yöntemine uygun
bir biçimde dilekçe verilmesine dahi gerek
bulunmamaktadı r. (Tescil davalarına bakan Yargıtay 8.
Hukuk Dairesinin uygulaması bu yöndedir)

Kazanma koşullarının oluşup oluşmamasında;
kendiliğinden araştırma ve inceleme ilkesi geçerli
bulunduğundan, o halde 20 yıllık kazanma süresinin bir
dava koşulu olduğunun kabulü gerekir. Hal böyle olunca
davalı Hazine veya kamu tüzel kişilerinin 20 yıllık
sürenin dolmadığını def’i olarak ileri sürmelerinin
bir yararı bulunmamaktadı r. Zira def’iler mahkemece
kendiliğinden gözetilmez, mutlaka buna dayanan tarafça
ileri sürülmesi gerekir. (BK. m.140.) Halbuki itiraz
niteliğinde bulunan def’iler ise kendiliğinden göz
önünde tutulur.

Şu halde; 20 yıllık kazanma süresinin dolup dolmadığı
bir def’iden çok, mahkemece kendiliğinden araştırmak
zorunda bulunması nedeniyle, bir “itiraz” niteliğinde
olduğu söylenebilir.

4-Hangi Davalar Çekişme (Dava) Oluşturur ve
Zamanaşımını Keser;

4721 sayılı TMK.nun 713. maddesinin karşılığı kaynak
İsviçre Medeni Kanununun 662. maddesini
oluşturmaktadı r. İsviçre Medeni Kanununun 662.
maddesine ilişkin gerekçe 4721 sayılı TMK.nun 713.
maddesi için aynen alınmıştır. Gerekçe şöyledir; “oysa
amaç, İsviçre Medeni Kanununu şerh ve tefsir eden
bütün hukuk bilginlerinin birleştikleri gibi, “zilyede
karşı bir istihkak veya müdahalenin önlenmesi davası
açılmış olmasının niza (çekişme) sayılacağıdır”
(Eraslan Özkaya, 4721 sayılı TMK.nu, Ankara 2002
baskı, Sh:619)

Hiç şüphesiz madde gerekçeleri bağlayıcı değildirler.
Ne var ki; duraksama hasıl olduğu durumlarda, gerek
uygulayıcıların ve gerekse doktrinin başvurduğu en
önemli kaynağı oluşturmaktadı rlar. Öyle ise,
gerekçeler; açıklayıcı, aydınlatıcı, yol gösterici ve
maddeye ilişkin bir yorumun yapılması bakımından
gerekli bilgileri içeren metinler olduğunun da kabulü
gerekmektedir. Bu özellikleri ile gerekçelerin bir
tarafa bırakılması veya göz ardı edilmesi düşünülemez.

Nitekim, ölüme bağlı tasarruf şekilleriyle ilgili
28.11.1945 tarih ve 1945/13 E., 1945/15 sayılı
Yargıtay İçtihatları Birleştirme kararında;
“…kanunlarımızı yorumlarken kendi metinlerimizi göz
önünde tutmakla beraber, yorumlarda ilmi içtihatlardan
da faydalanabileceğ ine göre, bunların asıllarına da
(mehaz=kaynak kanun kastediliyor) bakmaktan
vazgeçemeyiz…” denilmektedir. (Esat Şener, Tüm
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları 1926-2000,
Ankara 2000 Baskı, Sh:139, 20.9.1950 T. ve 1950/4-10
sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı da
“dernekten ihraç” ile ilgili olup, yine kaynak kanuna
ilişkindir. Aynı eser Sh:212)

Kaynak kanun ve gerekçesinin ne kadar önemli olduğu
kısaca bu biçimde vurguladıktan sonra TMK.nun 714 ve
onun yollamada bulunduğu BK.nun ilgili maddelerine
değinmek gerekir.

TMK.nun 714. maddesinde; “kazandırıcı zamanaşımı
sürelerinin hesaplanmasında, kesilmesinde ve
durmasında BK.nun zamanaşımına ilişkin hükümleri kıyas
yoluyla uygulanır” hükmüne yer verilmiştir. Hüküm
“kıyas yoluyla” uygulamadan söz etmektedir. Mutlak
(kesin ve emir biçiminde) bir anlam taşımamaktadır.
4721 sayılı TMK.nun 714. maddesinin yollama yaptığı
BK.nun 133. maddesi, alacak ve borç ilişkilerinde
uygulanan bir madde olup, borçlunun ve alacaklının
eylemlerine dayanan zamanaşımını kesme nedenlerinden
söz etmektedir.

Borçlar Kanunun 133/1. bendinde, borçlunun eylemi
nedeniyle zamanaşımının kesilmesi yer almıştır. Bunlar
borçlunun borcunu ikrar etmesi, özellikle faiz ödemesi
veya borca mahsuben asıl borç için ödemede bulunması,
borç için rehin veya kefil vermesidir.

Bu bentte yer alan zamanaşımını kesme nedenleri
TMK.nun 713. madde hükmüne dayanan zamanaşımıyla
taşınmaz edinme hali için gündeme gelmesi düşünülemez.
Çünkü zamanaşımı ile kazanmada bir alacak-borç
ilişkisi söz konusu değildir. Bu nedenle BK.nun 133/1.
bendinde sayılan kesme nedenleri olayda söz konusu
olamaz.

BK.nun 133/2. bendinde ise; alacaklının eylemine
dayanan kesme sebepleri düzenlenmiştir. Şu halde
TMK.nun 714. maddesinin yollamada bulunduğu
zamanaşımını kesen unsurlar ancak BK.nun 133/2.
bendinde yer alan haller olabilir. Burada alacaklının
dava açması, açılan davada def’i ileri sürmesi, icraya
veya iflas masasına başvurması ve diğer haller yer
almaktadır.

5-Somut Olayda Kimin Açtığı Dava Zamanaşımını Keser;

TMK. m.714’ün yollamada bulunduğu BK.nun 133/2.
bendinde, “alacaklının açtığı davanın zamanaşımını
keseceği” kabul edilmiştir. Çünkü “zamanaşımı ancak
kendi aleyhine zamanaşımı işleyen kişinin açtığı dava
kesebilir” şu halde aleyhine zamanaşımı işleyen kişi
kimdir? Sorusunun yanıtı “alacaklı” olacaktır. Kanun
bunu öngörmektedir.

Öyle ise; kazanmayı sağlayan zilyetlikle taşınmaz
edinilmesinde “alacaklı” kimdir? Bu soruya da şu
biçimde yanıt vermek mümkündür. Olağanüstü zamanaşımı
ile taşınmaz kazanılmasında, alacaklı taraf aleyhine
zamanaşımı işleyen taraftır. Yani taşınmazını
zamanaşımı ile kaybedecek olan kişidir. O halde
işleyen bu zamanaşımını dava açmak suretiyle
kesebilecek kişide taşınmazını kaybedecek olan Hazine
olmaktadır. Taşınmazı kazanmak isteyecek olan kişi
yani zilyet ise, BK.nun 133. maddesi anlamında
alacaklı değil borçludur. Bu bakımdan zilyedin malike
(Hazineye) karşı açtığı dava zamanaşımını kesmez.
Ancak gerçek hak sahibinin zilyede karşı açacağı
davanın olumlu sonuçlanması halinde çekişme sayılır ve
zamanaşımını keser. (Prof.Dr. Ahmet M.Kılıçoğlu
Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Genişletilmiş 4. Bası,
Ankara 2004, Sh:642-662)

a- Türk Öğretisinde Durum;

Doktrinde (Öğretide) şu görüş benimsenmiştir; “nizadan
(çekişmeden) maksat davadır. Gerçek hak sahibi, zilyet
aleyhine (zilyede karşı) iade davası açmış ise böyle
bir dava nedeniyle yapılan her usulü işlem
zamanaşımını keser. (TMK. m.640, BK. m.136) İade
davası sadece zilyetliğin gaspından (zilyetliğin
korunmasından) doğan bir zilyetlik davası ya da
mülkiyet hakkına dayanan bir istihkak davası
mahiyetinde olabilir. TMK.nun 902 ve 904. (Yeni
TMK.nun 989 ve 991) maddelerine dayanan bir zilyede
haklılık davası da zamanaşımını keser. (Prof.Dr.
Selahattin Sulhi Tekinay, Eşya Hukuku, İstanbul,
1970-1971 Baskı, Sh:372-373, HGK.6.3.1963 T. 8/1-2 K.)

Kaynak Kanunun 662. maddesinin gerekçesine uygun
olarak aynı görüş Türk öğretisi tarafından da kabul
edilmiş ve bilim adamları kitaplarında bu görüşe yer
vermişlerdir. (1-Prof.Dr. M.Kemal Oğuzman/Prof. Dr.
Özer Seliçi/Prof.Dr. Saibe Oktay-Özdemir, Eşya Hukuk
İstanbul, 2006 Bası, Sh:356, 2-Gürsoy, Kemal
Tahir/Eren, Fikret/Cansel, Erol, Türk Eşya Hukuk 2.
Baskı Ankara, 1984 Bası, Sh:525, 3-Tekinay, Selahattin
Sulhi/Burcuoğ lu, Haluk/Altop, Atilla, Eşya Hukuku
Cilt:1, 5. Baskı, İstanbul, 1991, Sh:751, 4-Suat
Bertan, Aynı Haklar, Ankara 1976 Bası, Cilt:1, Sh:564)

Görüldüğü gibi Türk öğretisinde, çoğunluk görüşü
benimseyen bir tane aykırı düşünceye
rastlanılmamıştı r. İsviçre Medeni Kanununun 662.
maddesi Türk öğretisi tarafından da aynen
benimsenmiştir.

b- İsviçre Öğretisinde Durum;

İsviçre öğretisinde de durum Türk öğretisindekiyle
aynıdır. Farklı bir düşünce söz konusu değildir.
Örneğin; Hermann Laim; kazandırıcı zamanaşımı 661.
(karşılığı TMK.m.712) maddeye göre çekişmesiz
olmalıdır. Bu koşul maddi açıdan hak sahibinin
mülkiyetine dayanarak Tapu Sicilinin düzeltilmesi
(İ.M. m.975, TMK.m.1025) veya istihkak (İM. m.641,
TMK. m.683) davası açmamış ya da bu davalarda sonuç
elde edememiş olması halinde gerçekleşmiş sayılır,
görüşündedir. (Hermann Laim, Basler Kommentar Zum
Schweizerischen Privatrecht, Honsell/Vogt/ Geiser
Zivilgesetzbuch, 2. Auflage, S.1019, N.8 ad.Art.662)

Robert Haab; Kazandırıcı zamanaşımı için her hangi bir
zilyetlik yeterli olmaz. Zilyetlik, asli (kendisi
için) zilyetlik olmalıdır. Gerçek hak sahibi mülkiyete
dayanan bir istihkak davası veya Tapu Sicilinin
düzeltilmesi davası açmadığı sürece zilyetlik
çekişmesizdir, düşüncesini savunmuştur. (Robert Haab,
Zürcher Kommentar Zum Schweizerischen Zivilgesetzbuch
IV.Band, Das Sachen recht, 1. Abteillung,
Hoob/Simonius/ Scherrer/ Zobl. Zürich 1977, S.280, N 20
ad Art. 661,662,663 “sırasıyla TMK.nun 712,713 ve 714.
maddeleri” S.275, N 10)

Arthur Meier – Hayoz; Kazandırıcı zamanaşımından
yararlanmak isteyenin konumu ile İsviçre BK.nun 135.
(karşılığı BK.m.133) maddesindeki borçlunun konumu
arasında “zilyedin gerçek hak sahibinin mülkiyet
hakkını tanıması ile borçlunun borcunu ikrar etmesi
bakımından” koşutluk (paralellik) kurulmuştur,
açıklamasında bulunmaktadır. (Arthur Meier-Hayoz,
Berner Kommenter zum Schweizerischen Privatrecht, Band
IV Sachenrecht, 1. Abteilung Das Eigentum, 2. Teilband
Das Grundeigentum l, Art 655-679 ZGB, Bern 1974, S.136
N 17 ad Art, 662, Bern şerhi Sh:142 N 12, Paul-Henri
Steinauer, Les Droit rêels. T. II, Berne 1990,
s.53-54)

6-İçtihatları Birleştirme Konusuna Esas Olan Olayın
Yargı Önüne Gelme Zamanı;

Böyle bir olay ilk defa Hatay (Antakya) Sulh Hukuk
Mahkemesinin bir dosyası ile yargı önüne gelmiştir.
Yerel mahkemenin 16.9.1953 tarihli kararı ile
“…Hatay’ın anavatana katıldığı 7.7.1939 tarihinden
davanın açıldığı 1953 tarihine kadar 20 yıllık
kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolmaması
gerekçesiyle davanın reddine karar verilerek hüküm
kesinleşmiştir. 21.12.1959 tarihinde aynı yerlerle
ilgili olarak yeniden tescil davası açılmış ve
mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. 8. Hukuk
Dairesi, Medeni Kanunun 640 ve BK.nun 134 ve 135.
maddelerinden de söz ederek önceki davanın “niza”
oluşturduğu gerekçesiyle davanın reddi gerektiği
görüşüyle bozma sevk edilmiştir. Ne var ki, mahkemenin
direnme kararı vermesiyle olay Hukuk Genel Kurulu
önüne gelmiş, ilk davanın “niza” oluşturamayacağı
görüşüyle kabule ilişkin direnme hükmünün onanmasına
karar verilmiştir. (HGK. 12.5.1973 T. 1969/8-808-403
K.) H.G.K. 29.11.1969 T. ve 1969/7-656-852 sayılı
kararı ile de, “…Oysaki anılan davanın, hak
kazandırıcı zamanaşımını kesebilmesi ya da nizasızlık
durumuna son verilebilmesi için davanın hak
kazandırıcı zamanaşımı zilyedine karşı açılmış olması
ve aynı zamanda olumlu bir şekilde de sonuçlanmış
bulunması gerektiği…” vurgulanmıştır. (7.HD.nin
4.6.1986 T. 1300-5958 - 20.12.1990 T. 12149/15575,
17.HD.nin 23.11.1992 T. 1992/2498-10615, 16. HD.nin
17.9.1990 T. 1989/16076-11850 sayılı kararları da aynı
yönde olup, aynı gerekçeye dayanmaktadırlar.

1969 tarihinden 2001 tarihine kadar açıklandığı
biçimde uygulamada (birkaç karar hariç) istikrarın
sağlandığı görülmüştür. Ancak 2001 yılından sonra
aykırı kararların çıktığı saptanmıştır.

Tüm bu hukuki ve somut olgular ışığında şu sonuca
varmak mümkündür.

1-Zilyedin açtığı dava aleyhine delil olarak
kullanılamaz.

2-Zamanaşımını kesen dava türleri şöyle sıralanabilir,

a) Kaynak İsviçre MK.nun 662 ve TMK.nun 713.
maddesinin gerekçesinde de vurgulandığı gibi, “zilyede
karşı Hazine tarafından bir dava açılmış olacak ve bu
davanın da olumlu sonuçlanmış olması gerekecektir.

b) Ya da zilyedin açtığı davada; gerçek hak sahibinin
(Hazinenin) mülkiyet hakkını tanıması gerekmektedir.
Yani zilyedin açtığı tescil davasının yargılaması
sırasında taşınmazın Hazineye ait olduğunun kabulü ile
davasından feragat etmesi ve bu hükmün kesinleşmesi
sonucu ancak zamanaşımı kesilebilir.

3-Bir hakkın zamansız (vadesinden önce) dava yoluyla
ileri sürülmesi o hakkı ortadan kaldırmaz.

4-Önceki dava süreden (esastan değil) reddedilmiş
olup, olaylara dayalı kesin hükmün unsurları
bulunmadığından HUMK.nun 237. maddesi anlamında ortada
bir kesin hükmün varlığından söz edilemez.

Zamanaşımını kesmeyen (çekişme sayılmayan) işlemler ve
davalar;

(Prof.Dr. Ahmet M.Kılıçoğlu, a.g.e. Sh:653-662)

1-Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin
Önlenmesi Hakkındaki 3091 Sayılı Kanuna Göre İdari
Makamlarca verilen men kararları,

2-Noterden çekilen ihtarnameler ve ihbarnameler,

3-Hazinenin ecrimisil istemesine ilişkin ödeme
emirleri ya da ihbarnameleri,

4-HUMK.nun 409/5. maddesi ile kesinleşen yetkisizlik
ve görevsizlik kararlarına karşı aynı kanunun 193/3.
maddesi uyarınca ilgili mahkemeye 10 günlük süre
içerisinde başvurulmaması sonucu aynı maddenin son
fıkrası gereğince davanın açılmamış sayılmasına
ilişkin kararlar,

5-Süresinden önce açılan ve reddedilen davalar gibi,

Saptanan bu olgular nedeniyle zilyet tarafından açılan
ve kesinleşen ilk dava çekişme oluşturmadığından,
kazanmayı sağlayan zilyetlik süresi için yeniden 20
yıl beklenilmesine gerek olmadığı inancında
bulunduğumdan sayın çoğunluğun görüşlerine açıklanan
sebeplerle katılmıyorum. 26.1.2007

Yusuf ULUÇ
8. Hukuk Dairesi Üyesi