Kategoriler: İnternet Medyası

Cinsiyetsiz insan, insansız islam, İslamsız saadet olmaz

Batılılaşma yasaları Tanzimat ile başlamıştır. Bu yönünde nice değerlerimiz modernleşme projeleri adıyla yasalaşarak dönüşümün en etkili aracı olarak uygulanmaya başlamıştır. “Kralların bile giremediği son kale aile kurumumuz” kısa adı İstanbul Sözleşmesi olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ile tehlike altındadır. İstanbul Sözleşmesi 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzalandı ve İstanbul Sözleşmesi olarak anılmakta. TBMM tarafından 14 Mart 2012’de kabul edildi ve 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi, tabir caizse o gün bu gündür başımıza bela olmaya devam ediyor. Günümüze kadar 46 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan sözleşmeyi 32 ülke onayladı. Türkiye hiçbir çekince koymadan ilk imzalayan ve onaylayan ülke olmuştur maalesef. Rusya ve Hırvatistan gibi birçok ülke, bu sözleşmeyi kabul etmedi/etmemektedir.
İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NİN KAVRAMLARI Modernizmle birlikte sömürgeciliğin şekli değişmiş ve artık ülkeler işgallerle, her türlü zenginlikleri zorla alınarak değil de, hâkim baskı gücünü kullanarak; kavramlarla, mevzuatla ve hukuk kurallarıyla sömürülür hale gelmiştir. İstanbul Sözleşmesi içinde yer alan kavramlar göründüğü gibi masum değildir. “İstanbul Sözleşmesi’nde yer alan kavramlar insanın varoluşuna saldırıdır.”TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİİstanbul Sözleşmesi’nin merkezinde toplumsal cinsiyet kavramı vardır. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kadın-erkek eşitliğinden ziyade üçüncü bireylere yani LGBT’lilere yöneliktir. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (TCE) kuramcıları iki çeşit cinsiyetten söz ederler. Doğuştan gelen biyolojik cinsiyet ve sonradan toplum tarafından meydana getirilen cinsiyet. TCE teorisyenleri kadın ve erkeğin ev içi ve sosyal rollerini, davranışlarının nedenini, doğuştan gelen farklılıkları kabul etmeyerek, kadın ve erkeğin geleneksel rollerinin değişebilmesi ve kadınlara erkek, erkeklere kadın rolleri yüklenebilir diyerek kadın ve erkek hakkındaki algıyı değiştirmeyi ve kadın erkek rollerini kaldırmayı amaçlamaktalar. Bilimsel hiçbir tarafı olmayan Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kavramı ekonomik ve siyasi maksatlı ve ideolojiktir. TCE politikaları feminist grupların etkisiyle aile kurumuna cephe alarak, aileyi bir tür tehdit ve tehlikeli bir yer olarak görmektedirler. Bundan mütevellit, kadim değerlerimiz gelenek göreneklerden ve dini yapımızdan gelen ailevi haysiyetimiz tehlike altındadır. Onlara kalırsa aile, erkek egemen kültürü devam ettiren ataerkil bir kurumdur. Toplumsal eşitlik savunucuları “toplum” kavramını başka kaynaklarda detaylı bir şekilde açıklarken din bir ayrımcılık olarak görülür. Bu nedenle feminist bakış açısıyla yapılan araştırma ve haberlerde aile şiddetin üretildiği bir yer olarak sorumlu tutuyorlar, aileyi şiddetle birlikte anmaktadırlar. Bize dayattıkları Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini en iyi uygulayan ülkelerde kadına şiddetin nasıl çoğaldığı, tecavüz oranlarının nasıl korkutucu boyutlara ulaştığı, gayrimeşru doğumların ve kürtajın normalleşmesi hakkında hiçbiri bahsetmiyor.
CİNSEL YÖNELİMİstanbul Sözleşmesi içindeki kavramlardan biri de LGBT’yi koruma altına alan ‘cinsel yönelim’dir. İstanbul Sözleşmesi’nin 4/3 maddelerinde geçen “Devletler her tür cinsel yönelimi yasal güvence altına alır” hükmü bu yöndedir. Kimliğin oluşumunu güçlendirenlerin birisi cinsel kimliktir. Cinsiyet kimliği, insanın biyolojik özellikleriyle nitelendirilirken, cinsel kimlik, insanın kendisini erkek veya dişi olarak nitelendirmesidir. Cinsel kimlik cinsel yönelimle meydana gelir. Cinsel yönelim insanda cinsel duygu, arzu ve davranışların belli bir cinsiyeti cezbetmesidir. Cinsel yönelim karşı cins olunca heteroseksüellik, kendi cinsine dönünce eşcinsellik, her iki cinse olunca biseksüellik olarak adlandırılır. Cinsel yönelim:Lezbiyen; kadın kadınla birliktelik.Gay; erkek erkekle birliktelik.Biseksüel; hem erkek, hem kadınla birliktelik.Transseksüel; karşı cins rolüne girerek birlikteliktir.Avrupa Konseyi bu kimlikleri legalize ediyor. Avrupa Konseyi’nin bu maddeyi açıklayan başka belgelerine bakıldığında bu ‘bireylerin’ eğitim hakkı, örgütlenme hakkı, siyasallaşma hakkı, istihdam hakkı, toplanma ve yürüyüş hakkı vd. hakların olduğunu gösteriyor.
‘’AİLESİZ TOPLUM PROJESİ’’Aileyi ele geçirmenin yolu kadını değiştirmekten geçmektedir. Sözleşmenin asıl metninin adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin (Domestic Violence) Önlenmesi” iken söylem Türkçe metinde “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddet” şeklinde geçmektedir. Sözleşmenin orijinalinde aileye vurgu bulunmamaktadır. Gene sözleşmede karı ve koca ilişkileri partner kavramı içinde bulunmaktadır. Partner sözcüğü sözlükte “Cinsellikte tarafların her biri” şeklinde ifade ediliyor. İlişki şartlarında evlilik içi-evlilik dışı olup olmaması, partnerlerin ayrı veya aynı cins olması önemli olmamaktadır.
NİÇİN AİLESİZ BİR TOPLUM İSTİYORLAR?Küresel elitler ile avamın münasebetleri tarih boyunca gerekliydi. Zira seçkinler hizmetlerini görecek (köle, işçi, memur…) hem de onlar için savaşacak kişilere ihtiyaçları vardı. Sanayi Devrimi’nden sonra makinelerin icadı ardından daha ağır işleri makineler yapmaya başladı. Teknolojik gelişmelerden sonra insan iş gücüne ihtiyaç azaldı, neredeyse kalmadı. Özel şirketler makineleşme, robotlaşma ve yapay zekâyı her yere sokabilecek hale getirdiler.
Wendy Brown, “Bu zorunlu ilişkinin sonuna geldik; zenginlerin, çalıştırmak ya da savaştırmak için fakirlere ihtiyacı yok. Artık onların yapay zekâlı robotları var.” demiştir. Yine Zygmunt Bauman, “Dünya, ıskarta insan, (işsiz) tüketilmiş mal ve eşyanın çöpleri ile doldu. Modernite için, bir varlık olan insanın ıskartaya (çöpe) dönüşmesi ile eşyanın çöpe dönüşmesi aynıdır. Atık insanlar hız kesmeden çoğalıp muazzam miktarlara ulaşırken gezegendeki çöp alanları ve atığı geri dönüşüme sokacak araçlar giderek azalmakta. ‘Bundan sonra gündemimiz, ‘atık insanların ve insani atıkların tasfiyesi’dir.” şeklinde izah etmişlerdir.Prof. Noah Harari, işsizlere “gereksizler” diyor ve “… ki; “Askeri ve ekonomik olarak vazgeçilmez olan yoksulları korumak yerine kendi çıkarları için hareket eden 20. yüzyıl elitleri, 21. yüzyılda üçüncü sınıf insanları (gereksizleri) taşıyan vagonları tamamen geride bırakmak ve sadece birinci sınıfla geleceğe doğru ilerlemek istiyor.”, “İşte sıradan insanlar da robot-insanların becerileri karşısında işlevsiz kalacaklar ve egemenler; atları attıkları gibi gereksiz insanları da bir kenara atacaklar.” Yani elitler, gelecekte alt sınıflardan kimseyi görmek istemiyor demekte. Dolayısıyla dünya Siyonizm’i nüfusu bir şekilde kontrol altında tutacak projelere ihtiyaç duymuştur. Sekiz milyar insanlık âlemi onlara göre fazla ve elbette nüfus kontrol edilmeliydi. Bütün bu projeler küresel şirketlerin, elitlerin isteğiyle gerçekleştirilmek istenmekte. Demek oluyor ki kadın kontrol altında olursa aile de kontrol altında olacaktı. ‘Cinsiyet eşitliği’ diyenler de ‘kadına şiddet’ de ‘nüfus planlaması’ da hepsi aynı merkezden servis ediliyor. Esas amaçları dünya nüfusunu denetleyerek dünya nimetlerine sahip olmaktır.Asıl sorun; bu tür meselelerin gündeme gelmesi, konuşulması veya tartışılması değildir. Küresel güçlerin ve bunlara bağlı kuruluşların isteklerini emir telakki ederek politika haline getirip uygulamaya koymaktır.Netice-i kelam, kadın veya erkek tek başına kutsal değildir, kutsal olan evlilik birliğidir. Aile kurumu korunduğu zaman bireyler de otomatik olarak korunacaktır. Bu ise inancımıza, tarihimize ve kendi öz değerlerimize sahip çıkarak, gelenek ve göreneklerimize bağlı kalarak bu yönde yasal düzenlemeler yapmakla sağlanacaktır.Selam ve dua ile….
KAYNAK:Dr. Mücahit Gültekin “Aile Akademisi”Ahmet Hakan Çakıcı “Ailesiz Toplum, Modern Family… Ya Sonrası?”

Orijinal haber kaynağı için; Son dakika haber – Milli Gazete

Benzer haberler:

    yok