Hukuki.NET


18/04/2024  Eski forum arşivi bölümü

Hukuksal Tartışmalar




 


Forum:
suç anında alkollu olmak
sas006 sayın avukatlar biz eşimizle dostumuzla konuşurken suç anında alkollü olamanın suçu hafifletip hafifletmiyeceğini tartışıyoruz arada mesela alkolluyken alacakverecek yuzunden tartışıp adam yaralıyanın cezası alkosuze göre azmı çokmu herkes bişey diyor saygılarımla acil yardım
Hülya Büyükoğlu Alkollü iken işlenen suçlarda cezanın hafifleyeceğini düşünmenize neden nedir , merak ettim. Öyle olsaydı herkes alkol alıp istediği suçu işler ve hafifletici neden olarak alkollü olmasından yararlanırdı. Hukuk olaya şöyle bakar: Siz iradi olarak alkol alıp temyiz kudretinizi geçici olarak kaybetseniz bile işlediğiniz suçlardan sorumlusunuz.Size bu konu ile ilgili güzel bir makale gönderiyorum. Okuyunca daha iyi anlayacaksınız. Selamlar Hülya Büyükoğlu CEZA HUKUKU VE RUHSAL BOZUKLUKLAR° Dr. med. Mustafa Özkan* Dr. jur. Hakan Hakeri' Özet Bugün işlenen bir çok suçun sadece hukuksal ve toplumsal yönünün değil, ayrıca tıbbi yönünün de bulunduğu açıktır. Ruhsal bozuklukları olan kimselerin suç işlemesi de multidisipliner bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır. Bu yönüyle ruhsal bozukluklar da hem hekimleri hem de hukukçuları ilgilendirmektedir. Bu çalışmada hekimler bakımdan meselenin tıbbi yönü (adli psikiyatri), hukukçular açısından da meselenin hukuki kısmı (ceza hukuku) ele alınarak konu bir bütün olarak incelenmiştir. Özellikle de hukukçular bakımından bugün açık olmayan husus, psikiyatristlerin bir kimsede tam veya kısmen ruhsal bozukluk bulunduğunu tespitte kullandıkları yöntemlerdir. Ruhsal bozukluğu olan hastaların işlediği suçlarda ceza sorumluluklarının bulunup bulunmadığının saptanması önemli adli görevlerden birisidir. Ancak, kanunlarda yer alan ve uygulamada kullanılan bazı deyimler psikiyatrik terminoloji ile uyuşmamakta ve bu durum uygulamada çeşitli zorluklara neden olmaktadır. Ceza sorumluluğu açısından ruhsal bozuklukların değerlendirildiği bu yazıda, yargılama sürecine katılanları ruhsal bozukluklarda suç eylemi ve psikiyatrik kavramlar konusunda bilgilendirmek, ayrıca ruhsal bozukluklarla ilgili önyargılara değinmek amaçlanmıştır. Giriş Bir kimsenin işlemiş olduğu bir suçtan dolayı sorumlu tutulabilmesi için isnad kabiliyeti dediğimiz hususa sahip olması gerekir. İsnad kabiliyetinden anlaşılması gereken anlama ve isteme yeteneğidir. Bazı durumlarda kişilerde bu kabiliyetin azaldığı veya mevcut olmadığı kabul edilmektedir. Bunların başında yaş küçüklüğü gelir. İsnad kabiliyetini azaltan veya kaldıran sebeplerden biri de ruhsal bozukluklardır. Ruhsal bozuklukların kişinin cezai sorumluluğuna etki etmesinin nedeni, kişinin isnad kabiliyetine sahip olması için gerekli olan niteliklerin gelişmesini durdurması veya bunlarda bozukluğa neden olmasıdır [1] . Bu gerçeğin bir sonucu olarak da Türk Ceza Kanunu ruhsal bozukluklara ilişkin bir düzenleme yapmıştır. Bu düzenleme ikili bir ayırıma dayanmaktadır. Tam akıl hastalığı ve kısmi akıl hastalığı olmak üzere: TCK 46’ya göre „fiili işlediği zaman şuurunun veya harekâtının serbestisini tamamen kaldıracak surette akıl hastalığına duçar olan kimseye ceza verilemez“. Bu hükümden çıkan sonuç tam ruhsal bozukluğu bulunan kimselerin cezalandırılamayacağıdır. Kanun bu gibi kimselerin işlemiş oldukları fiili anlama ve isteme kabiliyetinin bulunmadığını kabul etmiş [2] , dolayısıyla fiilleri onlara isnad edilemediğinden cezalandırılmalarının mümkün olmadığını hükme bağlamıştır. Kaldı ki bunları cezalandırmanın cezanın amacı olan genel veya özel önleme amacına da hizmet etmeyeceği açıktır. Zira ceza bu kimseler üzerinde korkutucu, tehdit edici, önleyici ve ıslah edici bir etkiye sahip olamaz [3] . Ancak bunların tedbir sorumlulukları vardır (TCK 46/II-VII). Kısmi ruhsal bozukluk halinde ise failin cezasında indirim yapılır (TCK 47). Bunlar için tedbir öngörülmemiştir. Ön Belirleme Ruhsal bozukluğu olan kişilerin otonomilerini kazanmaya yönelik olan psikiyatrik tedavi sürecinde hasta kişilere verilen sosyal ve ekonomik destekler çok önemlidir. Toplumda ruhsal bozukluklar hakkında yaygın olarak bulunan önyargılar ve yanlış bilgiler tedavi sürecini etkilediği gibi, hasta kişilere verilen destekleri de olumsuz yönde etkilemektedir. Ağır ruhsal bozukluğu olan hastaların sıklıkla toplum için tehdit ve potansiyel suçlu olarak değerlendirilmesine bağlı olarak, hastaya karşı hasta yakınlarının ve diğerlerinin uygun olmayan tutum ve davranışları gözlenebilmektedir. Suça yönelik davranış göstermeyen bazı hastalar, yakınlarının ve diğer kişilerin uygunsuz, kışkırtan, korkutan davranışları hatta fiziksel şiddetleri nedeniyle ajite ve saldırgan olabilmektedirler. Ancak, ruhsal bozukluğu olan hastaların suç işleme olasılığının normal populasyondan daha yüksek olduğu kanıtlanmamıştır [4] . Bu durum ağır bir ruhsal bozukluk olan şizofreni için de geçerlidir [5] . Antisosyal kişilik bozukluğunda, alkol ve madde bağımlısı olanlarda suç işleme oranı ruhsal bozukluğu olan hastalara göre çok daha yüksektir [6] [7] . Ruhsal bozukluğu olanların işlediği suçlar diğer nedenlere bağlı olarak işlenen suçlardan çok daha dramatik olarak yansıtılmaktadır. Ayrıca, ruhsal bozukluğu olanlara karşı önyargıların da bulunması nedeniyle, bu kişilerin işlediği suçların toplumsal etkisi daha büyük olmaktadır. Herhangi bir suça özellikle de cinayete neden olan özgül bir ruhsal bozukluk yoktur . Doğal olarak, ruhsal bozukluğu olan hastalardan toplumu korumak veya hastanın kendine zarar vermesini önlemek için hastaların uzun süre hastanede tutulmaları düşünülemez. Keza, psikiyatristin değerlendirmesine göre hastalar sadece yatarak değil, ayakta da tedavi edilebilirler. Yasalarımız bir suç işlenmeden önce, herhangi bir kişiyi suç işleyebilir yargısı ile tutuklamaya ve yargılamaya izin vermemektedir [9] . Bu nedenle ruhsal bozukluğu olan bir hasta da elde kesin veriler yoksa, suç işleyebilir kanısı ile cezaevine ya da hastaneye konamaz. TERMİNOLOJİ SORUNU TCK’nun ilgili maddelerinde akıl hastalığı ve akli maluliyet terimleri kullanılmaktadır [10] . Ruh hastalıkları uzmanları savcı ve hakimin sorusuna cevap dışında bu deyimleri özellikle de deli deyimini hiç kullanmazlar. Akıl hastalığı yerine ruh hastalığı veya ruhsal bozukluk denmektedir. Bir sanığa akıl hastası demek deli demek anlamına gelmez. Psikiyatride psikoz deyiminin karşılığı adli psikiyatride deli değildir. Hukuki anlamda deli; kendisine ve başkasına zarar verecek derecede ağır hastalara denmektedir. Akli maluliyet ise devamlılığın ifadesi olarak düşünülebilir ve mental retardasyon (zekâ gerilikleri) ile demans (bunama) için kullanılabilir. Keza akıl noksanlığı ve akıl zayıflığı da benzer şekilde değerlendirilebilir. ŞUUR (BİLİNÇ) Türk Ceza Kanunu ruhsal bozukluğu tarif etmediği gibi, tam veya kısmi akıl hastalıklarını da tek tek saymayıp, sadece şuur ve hareket serbestisini tamamen kaldıran veya önemli derecede azaltan akıl hastalığı ifadesini kullandığından [11] , bir ruhsal bozukluğun cezai sorumluluğu kaldırıp kaldırmadığı, kaldırıyorsa tam mı, kısmen mi kaldırdığı hususunun tespiti psikiyatristlerce yapılacaktır. Ancak kanunumuz bu hususta hekimleri tamamen de serbest bırakmamıştır. Buna göre hekimler tetkiklerinde „şuur ve hareket serbestisini“ esas alarak bir rapor düzenleyeceklerdir. TCK’nun 46., 47. ve 48. maddelerinde kullanılan şuur kavramı bilinç olarak da isimlendirilen tıbbi anlamdaki şuur kavramından farklıdır. Buradaki şuur kavramı genel bir ifadedir ve sadece kişinin kendisinin ve çevresinin farkında olmasını sağlayan, açıklık derecesi tam uyanıklılıktan derin komaya kadar değişen ve uykuda fizyolojik olarak olmayan bir şuur kavramı kastedilmemektedir. Ceza sorumluluğu olmayan ağır ruhsal bozukluklarda da bu anlamda bir şuur bozukluğu yoktur. Suç işleyen hastalar suç eylemini genellikle hezeyan (zıt yöndeki delillere rağmen sıkı sıkıya bağlı olunan ve ikna edilemeyen yanlış inanışlar), halüsinasyon (uyaran olmadığı halde algılama yapılması), illüzyon (uyaranların yanlış algılanması), yargılama ve yorumlama hataları nedeniyle yaparlar ve yaptıkları eylemi bilirler, hatırlarlar, ancak bu eylemin suç olup olmadığını değerlendiremezler. TCK’nun 46., 47. ve 48. maddelerinde eylem sırasında şuurunun ve harekât serbestisini tamamen, kısmen veya geçici olarak etkileyen akıl hastalığı, akli maluliyet tanımı, sadece ruhsal bozuklukları değil, tıbbi olarak tanımladığımız şuur veya bilinci bozan organik durumları da kapsamaktadır. Konfüzyon mental, akut beyin sendromu, akut psiko-organik sendrom olarak da bilinen delirium’da birçok organik nedene bağlı olarak beynin bütünüyle kısa sürede etkilenmesine bağlı olarak, bilinç çeşitli derecede bozulur ve dalgalı bir seyir izler. Bilincin tam yerinde olmadığı bilinç bulanıklılığı durumunda oriyantasyon (yer, zaman, kişi ayrımı yapabilme yeteneği), dikkat, hafıza, yargılama, yorumlama bozulmuştur. Düşünce karmaşıktır ve yavaşlamıştır. Olaylar yanlış algılanabilir ve yanlış yorumlanabilir. Kişi algılama kusuruna bağlı olarak korkutucu illüzyon ve halüsinasyonlar yaşayabilir. Yargılama, yorumlama hatalarının da katkısı ile kendisine ve başkasına zarar verebilir. CEZA SORUMLULUĞUNUN BULUNMADIĞI DURUMLAR Ceza sorumluluğu suçun işlenişi sırasında kişinin neleri ne için yaptığını ve bu yaptıklarının sonuçlarının farkında olup olmamasını tanımlar. Kural olarak herkes ceza sorumluluğuna sahiptir. Ceza kanunumuz tam veya kısmi akıl hastalığından bahsetmekte, fakat bundan neyin anlaşılması gerektiğini açıklamamaktadır. Ancak „psikiyatri bilimince anlayabilme ve isteyebilme yeteneklerine etkisi kabul edilip de, patolojik yani marazi bir hal gösteren akli melekelerdeki her nevi bozukluğun“ ruhsal bozukluk sayılacağı belirtilmektedir. [12] “ Bu patolojik haller tümör, travma, ateşli hastalık gibi fizik sebeplerden ileri gelebileceği gibi, erken bunamada görüldüğü üzere, psişik hallerden de doğabilir. [13] Genel olarak ağır ruhsal bozukluklarda (fonksiyonel psikozlar, organik kökenli psikozlar, ağır duygulanım bozuklukları), zekâ gerililiği olanlarda ve bilinç bozukluğuna neden olan durumlarda ceza sorumluluğu yoktur. Psikozlar Bilinç bozukluğu bulunmayan, zaman - mekân ayrımını yapma yeteneği bozulmamış, zekâ ve hafıza sorunu olmayan, ancak halüsinasyon gibi önemli algı bozuklukları, gerçeği değerlendirme ve muhakeme yeteneği kaybı, hastalığının farkında olmama hali, hezeyan gibi önemli düşünce bozukluğu ve çeşitli davranış bozuklukları görülen ve psikoz diye de tanımlanan ruhsal bozukluk halinde işlenen suçlarda ceza sorumluluğu yoktur. Bu hastalar sık olmasa da halüsinasyonları, hezeyanları, yanlış muhakemeleri, duygusal değişikliklerin etkisi ile ağır veya hafif suçlar işleyebilirler. Bunlar genellikle ahlaki suçlar, kavga, yaralama, cinayet gibi suçlardır. Psikozlar; · Şizofreni · Hezeyanlı bozukluk · Şizoaffektif bozukluk · Şizofreniform bozukluk · Kısa tepkisel psikoz ve · Alkol ve madde kullanımının neden olduğu psikozlar şeklinde sıralanabilir. Duygulanımla ilgili bozukluklar -Mani Aşırı neşe hali, aşırı hareketlilik, kendine güvende artma, büyüklük hezeyanları ve bazen bununla bağlantılı perseküsyon (kötülük görme) hezeyanlarının da bulunabildiği bu bozuklukta, kişi engellendiğinde öfkelenir ve saldırgan tutumları olabilir. Ayrıca hezeyanlarının etkisi ile de suç içeren davranışlarda bulunabilir. Bu suçlar çoğunlukla kavga, tehdit, yaralama, hakaret, devlet büyükleri aleyhine konuşmak, tecavüz, fahişelik gibi suçlardır. Cinayet çok azdır. Ayrıca bunlarda mal bağışında bulunma, malını - mülkünü yok pahasına satma gibi hukuki sorunlar da sıktır. -Major (ağır) depresyon Sıkıntı hissi, ilgi ve zevk kaybı, suçluluk, günahkârlık düşünceleri, özsaygıda azalma, kendini işe yaramaz, değersiz ve küçük görme, bazan değersizlik hezeyanları bulunur. Kişinin varlığı ve yaşamı giderek anlamsız hale gelir ve İntihar düşünceleri gelişir. Ayrıca anlamsız bulduğu yaşamdan kurtarmak için yakınlarına zarar verebilir. Cinayet veya cinayetler ve sonra da intiharlar görülebilmektedir. Organik kökenli ruhsal bozukluklar -Deliryum Bilinç bulanıklılığı, dezorientasyon, dikkat ve hafıza bozukluğu, yargılama ve yorumlama hataları bulunur. İllüzyon ve halüsinasyonlar yaşanabilir. Düşünce karmaşıktır ve yavaşla-mıştır. Olaylar yanlış algılanabilir ve yanlış yorumlanabilir. Bu nedenle kendisine ve başkasına zarar verebilir. -Demans Genel olarak demans ilerleyici gidiş gösterir, hafıza giderek bozulur. Yargı ve davranış bozuklukları, kişilik değişiklikleri, regresyon (çocuksu davranışlar), kötülük görme hezeyanları, halüsinasyonlar ve illüzyonlar görülebilir. Sosyal uyum bozulur. -Ağır zekâ geriliği Zekânın tanımı güç olmakla birlikte, zekâ „bireyin amaçlı biçimde hareket edebilme, mantıklı düşünebilme ve çevresine uyum yapabilme yeteneklerinin tümüdür“ şeklinde tanımlanabilir. Ağır derecede mental retardasyonu olanlarda ceza sorumluluğu yoktur. Zekâ bölümleri 50-70 arası olan hafif mental retardasyonlular ilkokulu 15-16 yaşlarında bitirecek düzeye gelirler bu da ortalama 12 yaşındaki normal bir çocuğun zekâsına eşittir. Bu durumda zekâ yaşı 11’in altında olanların ceza sorumluluğu yoktur. Ancak, zekâ yaşı 11’in üzerinde olanlar için kısmi sorumluluk söz konusu olmalıdır. -Epilepsinin preiktal, iktal ve postiktal dönemleri Epilepsi nöbetleri klinik olarak motor, sensoryel, vejetatif ve psişik semptomlar göstermektedir. Bilinç kaybıyla birlikte olan epileptik nöbetler sırasında işlenen suçlarda ceza sorumluluğu yoktur. Ancak epileptik nöbetler sırasında işlenen suçlar çok azdır. Epileptiklerin işledikleri suçların büyük kısmı genellikle nöbet sonrası, daha az olarak da nöbet öncesi ortaya çıkan bilinç bulanıklığı ile beraberdir. Uyurgezerlik Daha çok çocukluk çağında görülen bir uyku bozukluğudur. Uykunun non-REM (S uykusu, sessiz uyku) döneminde ve genellikle uykunun başlarında görülür. Yineleyici hareketler, dolaşma, giyinme, kapı açma, yemek yeme gibi otomatik nitelikte davranışlar vardır. Yine bu uyku döneminde uykuda korku bozukluğunda (pavor nokturnus) derin korku, panik hali ve buna bağlı belirtiler olur. AZALMIŞ CEZA SORUMLULUĞU Kanunumuzun ruhsal bozukluklar hususundaki düzenlemesinin tam ruhsal bozukluğu bulunan kimselerle ilgili olarak rasyonel bir çözüm sağladığı, buna karşın kısmi ruhsal bozukluk bulunan kimselere ilişkin klinik ölçülerin ne olduğunun pek belirgin olmadığı söylenebilir. [14] TCK’nun 47. maddesinde tanımlanmış bulunan „fiili işlediği zaman şuurunun ve harekâtının serbestisini tamamen değil de ehemmiyetli derecede azaltan“ ruhsal bozuklukları ve diğer durumları tanımlamak güçtür. „Maddede geçen „şuur ve harekâtın ehemmiyetli derecede azalması“ cümlesindeki „ehemmiyetin“ ölçüsü belli olmadığı gibi bu yönde klinik bir ölçü koymak da mümkün görünmemektedir“ [15] . Hafif derecede zekâ gerilikleri, epilepsi ve diğer nedenlere ikincil kişilik bozuklukları, bazı psikozların veya duygulanım bozukluklarının kısmi remisyon halleri, ağır obsesif kompulsif bozukluk (saplantı zorlantı bozukluğu), hipokondriyazis ve fobik bozuklukla beraber olan veya ayrıca panik bozukluğuna bağlı panik atakları, piromani, kleptomani gibi dürtü kontrol bozuklukları bu kapsamda değerlendirilebilir. CEZA SORUMLULUĞU TAM OLARAK DEĞERLENDİRİLEN DURUMLAR Bir kişinin işlemiş olduğu suça karşı ceza sorumluluğunun tam olabilmesi için, suçun işlenişi sırasında neleri ne için yaptığını ve yaptıklarının sonuçlarını bilerek eyleme girmesi gerekir. Yani bu kişilerde yasanın öngördüğü şekilde suçu işlediği zaman şuurunun ve harekâtının serbestisini tamamen ortadan kaldıracak veya ehemmiyetli derecede azaltacak surette akıl hastalığı yoktur. Ancak, bu kişilerde ceza sorumluluğunu etkilemeyen bazı ruhsal bozukluklar da saptanabilir. Bunlar suç anında mevcut olsa da ceza sorumluluğunu etkilememektedir. Bu bozukluklar önceleri psikonevroz veya nörotik bozukluk olarakta isimlendirilen anksiyete bozuklukları ve somatoform bozukluklar, ayrıca alkol ve madde kötüye kullanımları ve bağımlılıkları, kişilik bozuklukları olarak sıralanabilir. Gözlem sırasında ceza sorumluluğunu etkileyecek bir hastalık saptandığında bunun suçla zamansal bağlantısı araştırılır. Suç sonrası ortaya çıkan bozukluklarda, tekrarlayan psikozlarda ve duygulanım bozukluklarında suç tarihine göre yapılan değerlendirmede olay anında iyilik durumu belirlenenlerin ceza sorumluluğu tamdır. TÜRK CEZA KANUNUNUN 48. MADDESİ VE GEÇİCİ (ARIZİ) NEDENLER Ruhsal bozukluklar dışında bazı geçici sebeplerin de anlama ve isteme yeteneğini tamamen kaldırması veya azaltması ve dolayısıyla isnad kabiliyetine etki etmesi sözkonusu olabilir. Bunlar ruhsal bozukluklar gibi devamlılık arzeden durumlar olmayıp, geçici niteliktedirler. Kişide esasen herhangi bir ruhsal bozukluk bulunmamaktadır, sadece geçici nitelikli patalojik bir sebep anlama ve isteme yeteneğini tamamen kaldırmakta veya azaltmaktadır. [16] Bunların önceden tek tek sayılması mümkün değildir. Nitekim kanunumuz da bunları saymamış, bunlara ilişkin olarak TCK 48/I de genel bir hüküm getirmiştir: „Suçu işlediği sırada ârızi bir sebepten dolayı 46 ve 47 nci maddelerde münderiç akli malûliyet halinde bulunan kimseler hakkında o maddelerdeki ahkâm tatbik olunur“. Böylece geçici nedenlerle de olsa isnad kabiliyetine etki eden sebeplerin mevcudiyeti durumunda da, duruma göre TCK 46 veya 47 uygulanarak isnad kabiliyetinin kalkmasına veya azalmasına göre hüküm verilecektir. Bunların önceden kazuistik olarak sayılması mümkün değildir. Arızi sebeplere örnek olarak hukukçular uyku hali, ateşli hastalık, kitle psikolojisi [17] , ipnotizma, sara nöbeti ve yeni doğum yapmış kadının psikolojik durumunu göstermektedirler. Psikiyatristler ise örnek olarak; doğrudan beyni etkileyen nedenler (serebrovasküler, menenjit, ensefalit, kafa travmaları, toksik etkenler, bağımlılık yapan maddelerle ilgili yoksunluk sendromları, epilepsi, beyin tümörleri) metabolik nedenler (hepatik ve üremik esefalopati, sıvı, elektrolit, asit-baz dengesizliği, dehidratasyonlar, beyinde anoksiye sebeb olan akciğer, kalp hastalıkları, hipertansif ensefalopati), endokrin sistemle ilgili bozukluklar (hipo-hiper glisemi, hipo-hipertiroidi, hiperparatiroidi, sürrenal korteks hastalıkları), sistemik enfeksiyonlar (sepsis, tifo, sıtma), yüksek ateşli diğer nedenler, ayrıca aşırı uyaran yoksunluğu ve aşırı uyaran fazlalığını (ağır uykusuzluk, dayanılmaz görsel-işitsel uyaranlar, ağır işkence) saymaktadırlar. Ayrıca, hipnoz, istemeyerek sarhoşluk, ruhsal bozukluğu bulunmayan kişinin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmış veya önemli ölçüde azaltmış olabilir. Geçici bir nedenin söz konusu olması ve ilgili maddeden yararlanabilmesi için kişinin bu sebebin yaratılmasında (zorla alkol verilmesi, tesadüf eseri etkilenmesi gibi) kusurunun olmaması gerekir. Alkol ve madde etkisi altında işlenen suçların ceza sorumluluğunun arttırılmış olmasına karşın kronik alkol veya madde kullanımı sonucu ortaya çıkan organik beyin sendromlarında ceza sorumluluğuni kaldıracak derecede bozukluk olabilir. Ayrıca, alkol bağımlısı olanların alkol alımına bağlı olarak işlediği mütecaviz sarhoşluk suçlarında ve madde bağımlılarının madde kullanımı hallerinde muhafaza ve tedavi altına alınma kararı verilir (TCK. 573, 404). CEZA SORUMLULUĞUNUN BELİRLENMESİNDE PSİKİYATRİK SÜREÇ Ceza sorumluluğunun belirlenmesi, kişinin sosyal, psikiyatrik ve bedensel olarak incelenmesini içeren geniş kapsamlı bir değerlendirmedir. Bu değerlendirme ayaktan veya gerek görüldüğünde onay alınarak gözlem altında yapılabilir. Fonksiyonel ruhsal bozukluklara yönelik psikiyatrik muayenenin yanısıra, rutin laboratuvar incelemeleri, ayrıca EEG, gereğinde görüntüleme yöntemleri, kan ve idrarda alkol ve psikoaktif madde ve metabolitlerinin araştırılması, özel bir organik hastalıktan şüphelenilmesi halinde ilgili incelemeler yapılır. Ruhsal hastalığa yönelik incelemelerde; ruhsal bir hastalığa ait olduğu düşünülen ana belirtiler dikkatle ele alınır. Kişide gözlenen ve kişi tarafından ortaya konan belirtilerle, dava dosyası ve diğer kişilerden alınan belirtiler karşılaştırılır. Özellikle kişinin suç fiili ve hastalığı hakkındaki düşünceleri öğrenilir. Bilinç, oryantasyon, dikkat, hafıza, zekâ, algılama, duygulanım özellikleri, düşünceye ait bozukluklar, davranış bozuklukları, gerçeği değerlendirme ve muhakeme yeteneği araştırılır ve zeka testleri, kişilik testleri, anksiyete ve depresyon testleri, bellek testleri, Bender görsel motor algı testleri gibi gerekli görülen psikometrik testler yapılır. Ayrıca kişinin iş, kişilerarası ilişkiler ve kendine bakım gibi işlevlerinde değişiklik olup olmadığı araştırılır. Bu değerlendirmelerden sonra bulunan tüm bulgu ve bilgilerin ışığı altında kişinin ceza sorumluluğunun ne derece etkilemiş olduğuna ilişkin bir karara varılır ve hastalığın tanısı belirlenir. Ancak, burada esas olan hastalığın tanısı olmayıp, kişinin suçu işlediği sırada ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran semptomlarının olmasıdır. Örneğin perseküsyon (kötülük görme) hezeyanı etkisiyle suç işleyen bir kişinin tanısı ne olursa olsun sonucu etkilemez. Diğer yandan, ceza sorumluluğunun değerlendirilmesinde suç tarihindeki psikiyatrik durumu önemlidir. Hasta suçu işledikten sonra kendiliğinden veya tedavi ile iyileşmiş olabilir ve değerlendirme esnasında normal olabilir. Ancak adli dosyanın incelenmesinden suçu ruhsal bir bozukluğun etkisi ile işlediği anlaşılabilir. Kişinin öyküsündeki özellikler de bu tanıyı doğrulayabilir. Bu durumda suç tarihinde ceza sorumluluğunun olmadığı kararına varılır. Buna karşılık, değerlendirme esnasında ceza sorumluluğunu kaldıran bir ruhsal bozukluğu olan kişinin, suç tarihinde ceza sorumluluğu tam olabilir. Bu nedenle toplumda bulunan yanlış kanının aksine bir ruhsal bozukluğun etkisi ile suç işleyen ve ceza sorumluluğu olmadığı saptanan bir kişi için bu sonuç, ileride işleyebileceği suçlar için de sorumsuz olduğu anlamına gelmemektedir. Duygudurum bozuklukları, şizofreni ve diğer psikozlar gibi ağır ruhsal bozukluklar sıklıkla sikloid gidiş gösterirler. Bu bozukluklarda şu dönemler bulunabilir; değişimlerin başladığı ancak hastalık belirtilerinin tam olarak ortaya çıkmadığı prodromal dönem, hastalık belirtilerinin ortaya çıktığı aktif dönem, belirtilerin birçoğunun kaybolduğu, ancak tam bir düzelmenin olmadığı rezidüel veya kısmi remisyon dönemi ve hastalık öncesi fonksiyonlarını kazandığı remisyon dönemi. Doğal olarak suç işleyen hastalarda ceza sorumluluğu de hastalık dönemine göre, tam, azaltılmış veya yok şeklinde olabilir. TOPLUMSAL BİR SORUN OLAN ANTİSOSYAL KİŞİLİK BOZUKLUĞU Psikopati, sosyopati ve topluma karşı kişilik bozukluğu olarak da adlandırılan antisosyal kişilik bozukluğu olan kişiler sık sık suç sayılan davranışlar gösterirler. Kavgacılık, saldırganlık, dürtüsellik, sahtecilik, hırsızlık, yalancılık, toplumsal ve aile yaşantısında sorumsuzluk, acımasızlık temel özellikleridir. Sürekli ve tutarlı ilişki kuramazlar. Zeki ve yetenekli olsalar bile uzun süre bir işte kalamazlar. Bu hızlı ve uçarı yaşam orta yaşlarda duraklar, ancak bencillik ve sorumsuzluk devam eder. Tedavisi mümkün olmayan antisosyal kişilik bozukluğu ruhsal bozukluk olarak değerlendirilmemektedir ve ceza ehliyetleri tamdır. Bunların ağır cezayı gerektiren suçlarda akıl hastanelerine kapatılmaları düşünülemez. Bu kişiler için normal hapishaneler de uygun değildir. Diğer tutuklu veya mahkûmlara kötü örnek olacağı gibi, çeşitli suçlara da teşvik ederler. Bunlar için psikiyatrist, psikolog, sosyal hizmet uzmanları ve bu konuda eğitilmiş elemanların bulunduğu özel bir hastane-hapishane modeli önerilmektedir. Burada, aralarındaki geçimsizlik, kavga, hırsızlık ve diğer suçları iç kontrol yöntemiyle kendi aralarından seçtikleri bir kurul aracılığı ile yargılama cezalandırma yönteminin uygulatılması ile bu kişilere yardımcı olunacağı düşünülmektedir [18] . RUHSAL BOZUKLUĞUN BULUNMASI GEREKEN ZAMAN Ruhsal bozukluğun bulunduğu zaman bakımından üç ihtimal düşünülebilir. Suçun işlendiği anda failde bir ruhsal bozukluğun bulunması, suçu işlerken herhangi bir ruhsal bozukluğu olmayan failin, bilâhare bir ruhsal bozukluğa yakalanması, son olarak da suçu işlerken veya yargılama aşamasında herhangi bir ruhsal rahatsızlığı bulunmayan kimsenin, hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün infazı aşamasında ruhsal bir bozukluğa yakalanmış olması. Gerek TCK 46’da ve gerekse TCK 47’de „fiili işlediği zaman“ tabiri kullanılmıştır. Bundan dolayı ruhsal bozukluğun fiilin işlendiği anda bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Mütemadi ve müteselsil suçlarda temadi ve teselsülün bittiği an nazara alınır [19] . Müteselsil suçu oluşturan suçlardan bir kaçı işlendikten sonra iyileşen bir kimsenin tekrar bir suç işlemesi halinde bu suçtan dolayı cezai sorumluluğu tamdır ve bu takdirde de verilecek ceza müteselsil suç dolayısıyla artırılmayacak (TCK 80), fail tek bir suçtan dolayı sorumlu tutulacaktır. Suçun işlendiği zaman özellikle aralıklı ruhsal bozukluğu bulunan kimseler ve sar’a hastaları bakımından önem arz eder [20] . Ancak uygulamada geçmişe yönelik olarak bunu tespitinin güç olduğunu belirtmek gerekir. Bu itibarla bunun matematiksel bir kesinlikte tespiti aranmamalıdır [21] . Ruhsal bozukluğun fiilden sonra ortaya çıkması ceza muhakemesi hukukunu ilgilendiren bir mesele olup, yargılama engellerindendir. Fiili işledikten sonra bir ruhsal bozukluğa yakalanan kimse, iyileşinceye kadar yargılanamaz. Zira savunmasını yapacak durumda değildir. Bu durumda durma kararı verilir [22] . İsnad kabiliyetine etki eden ruhsal bozukluk ise, fiil işlendiği zaman bulunan ruhsal bozukluktur. Bu kimseler yargılanır ve tedbire karar verilebilir. Ceza hukukunda hakkındaki mahkûmiyet hükmü kesinleştikten sonra akıl hastası olan kimselerin cezalarının da infaz edilmeyeceği kabul edilmektedir. CMUK 399’a göre „akıl hastalığına tutulan mahkûmlar hakkında hürriyeti bağlayıcı cezanın infazı iyileştikten sonraya bırakılır“. RUHSAL BOZUKLUĞU BULUNANLAR HAKKINDA UYGULANACAK EMNİYET TEDBİRLERİ Hakkında verilen rapor gereğince tam ruhsal bozukluğu olduğu tespit edilen kişilere ceza verilemeyeceğini yukarıda belirttik. Ancak kanunumuz bu kimselerin suç işlemek suretiyle tehlikeliliklerini gösterdikleri düşüncesiyle bunları ceza dışı başka yükümlülüklere tabi tutmuştur. Tam ruhsal bozukluğu bulunan kimseler hakkında mahkeme tedbir kararı verecektir. Bu itibarla da fiili işlediği sırada ruhsal bozukluğu bulunan kişi hakkında verilecek karar beraet değil, ceza verilmesine mahal olmadığı kararıdır [23] . Tedbir kararının verilebilmesi için tam ruhsal bozukluğu bulunanın fiili işlediğinin sabit olması lazımdır. Suç işlememiş olan ruhsal bozukluğu bulunan kimselerin muhafaza ve tedavi altına alınması mümkün değildir [24] . Tedbire hazırlık soruşturmasında sulh hakimi, son soruşturmada ise yargılamayı yapan görevli mahkeme karar verir. Tedbir, muhafaza ve tedavi altına alınma tedbiridir. Kişi iyileşinceye kadar, tedbir devam eder. İşlenilen suç, ağır hapis cezasını gerektiren bir suç ise, tedbirin süresi bir yıldan az olamaz. Failin tedavi altına alındığı kurum, iyileştiği hususunda rapor verirse, tedbire karar veren mahkeme, serbest bırakılmasına karar verir. Rapor ve kararda, failin serbest bırakıldıktan sonra da tıbbi kontrole tabi tutulup tutulamayacağı da belirtilir. Tıbbi kontrol gerekli görülüyorsa bunun süresi ve aralıkları da gösterilir. Bu kontrollerde hastalığın tekrar nüksettiğine ilişkin bulgular çıkarsa, bu kez tekrar tedbire karar verilir (TCK 46). Burada dikkat edilirse tedbir hususunda ruhsal bozukluğu olan kimsenin işlemiş olduğu suçun hafif veya ağır olması gözönünde tutulmamıştır. Yani ağır bir suç işleyenler hakkında tedbir uygulansın, diğerleri bakımından gerek yoktur denilmemiştir. Çok hafif de olsa bir suçun işlenmiş olması halinde tedbir uygulanacaktır. Bu da yerinde bir düzenlemedir. Gerçekten de hafif bir suç işlemiş olan ruhsal bozukluğu olan kişinin ileride ağır bir suç işlemeyeceği garanti edilemez. [25] Kısmi ruhsal bozukluğu bulunanlar hakkında ise kanunumuz herhangi bir tedbir öngörmemiştir. Bu husus eleştirilerek, kısmi ruhsal bozukluğu bulunanların tam ruhsal bozukluğu bulunanlardan da, normal insanlardan da daha tehlikeli oldukları, bu nedenle bunlar hakkında tedbir öngörülmemesinin önemli bir eksiklik olduğu ifade edilmektedir [26] . Ayrıca bu „kişilerin cezaevinde tretmanlarını sağlayacak olanaklar ve personel bugün için yeterli olmadığından cezaevi yaşamı iyileştirme yerine kişinin dinamik psikolojisinde maluliyetlere sebebiyet verebilecek bir niteliktedir“. Bu itibarla bu kimselerin en azından bir süre akıl hastanesinde müşahade ve tedavi edildikten sonra cezaevlerine konulması önerilmektedir [27] . RUHSAL BOZUKLUĞUN BELİRLENMESİNDE BİLİRKİŞİLİK Uygulamada her sanık hakkında ruhsal bozukluk olup olmadığı hususunda rapor istenmemektedir. Bunun için sanıkta ruhsal bozukluk olduğu yolunda şüphe olması veya bu yönde taraflardan birisinin iddiasının bulunması gerekir. Bu durumda bu kişiler tıp hekimlerine gönderilmekte ve onlardan failin akli durumuna ilişkin rapor istenmektedir. Gerçekten de ruhsal bozukluğun tesbiti ve isnad kabiliyetine etkisi tıp ilmini ilgilendirir [28] . Uygulamada da hakimler bunun için bilirkişiler tayin etmektedirler. Savcı da hazırlık soruşturmasında bilirkişi tayin edebilir [29] . CMUK 66/IV’e göre de, „ceza kanununun 47’nci maddesinin uygulanması bakımından bilirkişi tetkikatı yaptırmaya hakimler mecburdur. Bilirkişinin, adli tabib yoksa, mütehassıs bir hekim olması şarttır“. Ancak uygulamada genelde Adli Tıp Kurumu’nun ruhsal bozukluğu tespit ile görevlendirildiğini belirtmek gerekir. Nitekim Adli Tıp Kurumu Kanunu 16/4’e göre ruhsal bozuklukların tespiti Adli Tıp Kurumu’nun 4. İhtisas Dairesi’nin görev alanına dahildir. Nitekim, Yargıtay da gerekli durumlarda sanığın Adli Tıp Kurumuna gönderilerek görüşünün alınması gerektiği yönünde kararlar vermektedir [30] . Gerekli hallerde Adli Tıp Kurumu Gözlem İhtisas Dairesi’nde gözlem altına alınma da mümkündür [31] . İhtisas Kurullarının raporları arasında çelişki bulunması halinde Adli Tıp Genel Kurulu’ndan nihai rapor istenmesi gerekir [32] . Ruhsal bozukluğun tespitine ilişkin bilirkişi incelemesinin şekli hususunda kanunlarımızda herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Öğretide bilirkişinin düzenleyeceği raporun şu hususları içermesi gerektiği savunulmaktadır [33] : Öncelikle rapora konu olan kişide bir ruhsal bozukluğun bulunup bulunmadığı ve ruhsal bozukluk var ise, türü gösterilecektir. Bunun için sanığın dosyası bilirkişi tarafından incelenebilir ve şahit de dinlenebilir [34] . Bilirkişi yapmış olduğu tetkiklere rağmen bir karara ulaşamıyorsa, sanığın şuurunun tetkiki için CMUK 74 çerçevesinde resmi bir müessesede gözaltına alınmasına karar verilmesini isteyebilir. Bu karara karşı itiraz mümkündür. Resmi müessesede gözaltına alma süresi üç haftayı geçemez. Süre yetmezse toplam üç ayı geçmemek üzere ek süreler verilebilir. Resmi müessesede gözaltında geçen süre bilâhare verilecek ceza veya tedbirin süresinden indirilir (CMUK 74). Bilirkişi kendi kanaatine göre, suçun işleniş şeklini ve çeşitli etmenlere göre nasıl davranılmış olduğunu açıklayacaktır [35] . İkinci olarak yapılacak tespit, ilk kısımda yapılan tespite göre sanığın sorumluluğunun bulunup bulunmadığıdır. Burada tam veya kısmi ruhsal bozukluğun bulunduğu ya da herhangi bir ruhsal bozukluk bulunmadığı beyan edilecektir. Hekim suç işleyen kimsenin tam ruhsal bozukluğu bulunan bir kimse olduğu kanaatine vardığında sözkonusu kişinin kendisine veya başkalarına zarar vermesi ihtimalinin bulunduğunu düşünüyorsa, kendisinin iyileşinceye kadar bir hastanaye yatırılması gereğine işaret edecektir. Raporun şüpheye yer vermeyecek bir şekilde açık olması gerekir. Hakim gerekirse ikinci kez bir başka bilirkişiden de rapor isteyebilir. Raporlar arasında zıtlık bulunması halinde dosya Adli Tıp Kurumu’na yollanabilecektir [36] . „Uygulamada Adli Tıp Kurumu 4. Dairesi’nin raporlarında kişinin kendisi ve suçu hakkında kısa özlü bilgi, kısaca suç özeti, geniş olarak failin hakkında varsa önceden verilmiş rapor ve bulgular, gözlem dairesinin raporu, hastalığın tanımı ve son olarak TCY nın 46 ve 47. maddesi açısından cezai ehliyet hakkında bir açıklama yer almaktadır“ [37] . TÜRK CEZA KANUNU’NUN 46. MADDESİNİN ELEŞTİRİSİ Ceza sorumluluğu bulunmayan kişilerin ayrım yapmadan zorunlu tedaviye sevkedilmesi, ağır cezalık suçlarda sürenin en az bir yıl olması birçok güçlüğü beraberinde getirmektedir. Mental retarde ve demansiyel hastalarda başka bir ruhsal bozukluk yoksa bu kişilerin günlük bakımları dışında psikiyatrik tedaviye ihtiyaçları yoktur ve hastane ortamına ciddi uyum güçlüğü gösterirler. Ağır cezalık suçlarda kişi remisyona girdiği halde bir yıl süresince zorunlu olarak tutulmaktadır. Keza suçu işlediği sırada ruhsal bir bozukluğu bulunan kimsenin, suçu işledikten sonra iyileşmesi halinde dahi muhafaza ve tedavi altına alınması zorunluluğu bulunmaktadır ki, bu tamamen gereksiz bir işlem olacaktır. Bu durumda bu kimse ancak muhafaza ve tedavi altına alındığı kurum tarafından verilecek bir raporla serbest kalabilecektir [38] . 1997 CEZA KANUNU TASARISINDA RUHSAL BOZUKLUKLAR 97 tasarısının 35. maddesinde ruhsal bozukluklar ve geçici haller düzenlenmiştir. Burada da ruhsal bozukluklar tam ve kısmi olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Ancak kısmi ruhsal bozukluklar ikiye ayrılarak, önemli kısmi ruhsal bozuklukta tam ruhsal bozuklukta olduğu gibi ceza verilmeyeceği hükme bağlanmış, önemli derecede olmayan kısmi ruhsal bozuklukta ise cezanın indirileceği açıklanmıştır. [39] Mevcut kanundan farklı olarak tasarı „şuurunu veya hareket serbestliği“ terimini kullanmıştır. Önemli derecede olmayan kısmi ruhsal bozukluk ile ilgili olarak ise şu tarifi yapmıştır: „1 nolu fıkranın birinci paragrafında yazılı derecede olmamakla beraber, suçu işlediği sırada akli sağlığında veya şuurunda bozukluk bulunan ve bu sebeple işlediği fiilin haksız niteliğini tam olarak değerlendiremeyen fail...“ Yine yürürlükteki kanundan farklı olarak önemli derecede olmayan kısmi ruhsal bozukluğu bulunan hastaların cezalarının bir akıl sağlığı kurumunda tedavi ve muhafaza suretiyle geçirilmesine karar verilebileceği hükme bağlanmıştır. Kanunumuzun bunu öngörmemiş olması eskiden beri eleştirilmekteydi ve 1953 yılındaki değişiklikte de bu eleştirilere rağmen madde aynen bırakılmıştı [40] . Böylece bu eksiklik giderilmiş olmaktadır. Arızi sebeplerle ilgili olarak da tamamen farklı bir düzenleme yapılmış ve arızi sebeplerden dolayı kısmi ruhsal bozukluğa ilişkin hükümlerin uygulanmasına imkan tanınmamıştır. Tasarı arızi bir sebep dolayısıyla fiili işlediği sırada şuuru ve hareket serbestliği tamamen kalkmış veya önemli derecede azalmış bulunan kimse hakkında 1 no’lu fıkranın birinci paragrafı hükmü uygulanacağını amirdir. Böylece bu kimselere de kesinlikle ceza verilmeyecektir. Ancak bizce tasarının düzenlemesi gözönünde tutulduğunda önemli derecede olmayan kısmi ruhsal bozukluğa ilişkin hüküm (35/2), arızi bir sebep dolayısıyla aynı durumda olan kişilere de uygulanacaktır. Ruhsal bozukluğu bulunan kişiler hakkında uygulanacak olan emniyet tedbiri yürürlükteki kanuna göre şifa buluncaya kadar uygulanacaktır. Tasarı ise artık şifa halinden değil, tehlike halinin salah bulmasından bahsetmektedir. Yine tasarı kişideki tehlike halinin salah bulma hali dışında bir sebeple ortadan kalkması halinde de tedbir uygulamasına son verileceğini hükme bağlamıştır. Bu düzenlemenin gerekçesi şöyle ifade edilmektedir: „Yürürlükteki kanundan farklı olarak, akıl hastası „salah“ bulduğu yani toplumsal yönden artık suç işleme tehlikesi ortadan kalktığı takdirde, muhafaza ve tedaviye son verilecektir. Yürürlükteki Kanunun 46 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında, muhafaza ve tedavi altında bulundurma müddetinin „şifaya“ kadar devam edeceği belirtilmiştir. Oysa akıl hastalarının bir çoğunda şifa mümkün değildir. Ama hastalığın salah bulması ve suçlu akıl hastasının, nefsinde taşıdığı [41] suç işlemeye ilişkin tehlike halinin ortadan kalkması mümkündür. Bu sebeple uygulamada esas itibarıyla şifa bulduğu beyanıyla muhafaza ve tedavisine son verilen hastaların büyük bir kısmı aslında şifa bulmuş değildir. Bu sebeple metnin gerçeğe uydurulması çok daha yerinde mütalaa edilmiştir“ [42] . Yürürlükteki kanuna göre ise muhafaza ve tedavi şifaya kadar devam edecektir. Kanunumuzdaki yine çok eskiden beri eleştirilen [43] , ağır hapis cezasını gerektiren suçlarda tedbir süresinin bir yıldan az olamayacağına ilişkin hüküm, tasarıya alınmamıştır. Böylece suç ağır cezalık da olsa tedavi süresi iyileşme halinde 1 yıldan az olabilecektir. Tasarıda yürürlükteki kanundan farklı olarak suç işleyen ruhsal bozukluğu bulunan kimselerin bu amaçla kurulmuş özel kurumlarda muhafaza ve tedavi olunacağına ilişkin bir hüküm eklenmiştir. SONUÇ Ruhsal bozukluğu olan hastaların suç içeren eylemleri genel populasyondan yüksek olmasa dahi, suç içeren eylemlerde bulunabilecek hastaların suç işlemeden önce tedavi edilmeleri önemlidir. Bu bakımdan da örneğin bir psikiyatriste tedaviye gelen kimsenin sözgelimi belirli bir suçu işleme yönünde tehlikeli olduğunun anlaşılması halinde, suç işlemeden önce de gerekli muhafaza ve tedavi tedbirlerinin alınmasını sağlayıcı mekanizmalar oluşturulmalıdır [44] . Evlenme, askere alma, işe girme, sürücü belgesi alma gibi hallerde ciddi psikiyatrik muayeneler yapılmalıdır [45] . Ancak bugün bu konudaki en büyük engel böyle hastaların hekime geç getirilmeleri ve sosyal güvencelerinin olmamasıdır. Sosyal güvencesi olmayan hastaların hem tedavileri hemde adli süreçte muhafaza ve tedavileri aksamaktadır. Bu nedenle ağır ruhsal bozukluğu olan hastalara sağlık güvencesi sağlanmasını gerekli görmekteyiz. Diğer işaret edilmesi gereken önemli bir husus da hukukçular ile psikiyatristler arasında bir terminoloji sorununun yaşanmaması ve tıp biliminin verileri ile çelişmeyen normlar için ilgili yasalar yapılırken hukukçular ile psikiyatrisler beraberce çalışmalarının sağlanmasııdır.
commodore1tr sayın sas006 ; bir önceki iletinizde yazdığım duruma düşmüşsünüz sanırım kendi aranızda daha sonra tartışın araba devrilmeden hukuki yardım alın lütfen... alkol hafifletici değildir sanıyorum olmamalıda ... bilmiyorum dediğim konu hakkında 2 saat eh bence dersem günlerce konuşurum
Hukuk Forumlarından Seçmeler



Diğer Bölümlerimiz +
Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük + Arşiv +
Bugünün tarihi: 18/04/2024 16:56:02