Merkezi Almanya'nın Bonn şehrinde bulunan Sürdürebilir Kentler Birliği İklim Merkezi Yöneticisi Yunus Arıkan, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyesi ülkeler arasında bulunmasına karşın, 2020'ye yönelik sera gazı salımı azaltım hedefi belirlemeyen tek ülkenin Türkiye olduğunu belirtti.

Türkiye'nin kısa zamanda gerçekçi bir iklim politikası oluşturup, uluslararası platformda tanıtması gerektiğini bildiren Arıkan, "Türk ekonomisi giderek; karbon yoğun, verimsiz, yüksek çevre maliyetleri oluşturan çağ dışı bir kalkınma modeline dönecek. Dünyanın en büyük 17. ekonomisi Türkiye, doğru iklim politikası belirlemezse, hem gelecekte bu özelliğini yitirebilir hem de çevresel açıdan kötü noktalara gidebilir" uyarısında bulundu.

Arıkan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, iklim değişikliğinin gelecek 10 yıl içinde Türkiye'ye etkilerine dikkati çekti.

Türkiye'nin içinde bulunduğu Doğu Akdeniz Havzası'nın sıcaklık artışı ve yağış azalmasından en çok etkilenecek bölgeler arasında bulunduğunu bildiren Arıkan, şöyle dedi:

"Türkiye'de bu çerçevede ortalama sıcaklıklarda 4-6 derece arasında artış olabilir. Toplam yağışlarda yüzde 40'a varan azalma olabilir. Geleneksel yağış rejimleri yerine ani ve şiddetli yağışlar, kar yerine yağmur yağması nedeniyle sel ve taşkınlarda artış, hidroelektrik potansiyelinde düşüş, tarımsal üretimde ciddi risklere hazırlıklı olunmalı."

Arıkan, Türkiye'nin enerjisini ithal eden bir ülke olmasına karşın, son 15-20 yılda diğer OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında, Türkiye ekonomisinin karbon yoğunluğunun arttığına dikkati çekti. Yunus Arıkan, "OECD üyesi ülkeler arasında bulunmasına karşın, 2020'a yönelik sera gazı salımı azaltım hedefi belirlemeyen tek ülke Türkiye, kısa zamanda gerçekçi iklim politikası oluşturup, uluslararası platformda tanıtmazsa, Türk ekonomisi giderek, karbon yoğun, verimsiz, yüksek çevre maliyetleri oluşturan çağ dışı bir kalkınma modeline dönecek. Dünyanın en büyük 17. ekonomisi Türkiye, doğru bir iklim politikası belirlemezse gelecekte bu özelliğini yitirebilir, hem de çevresel açıdan kötü noktalara gidebilir" dedi."Belediyeler sürece etkin olarak katılmadı"

Sürdürebilir Kentler Birliği İklim Merkezi Yöneticisi Yunus Arıkan, yerel yönetimlerin izleyecekleri politika ve uygulamalarla enerji, ulaşım, atık, konut gibi pek çok sektörde sera gazı salımlarını doğrudan etkileyebilecek güce sahip olduğunu söyledi.

Dünyada özellikle ABD'de ve Avustralya'da eyaletler ve belediyelerin federal yönetimlerin iklim konusunda duyarsız olduğu dönemlerde, yürüttükleri çalışmalarla pek çok önemli başarıya imza attığını anlatan Arıkan, Türkiye'deki belediyelerin bu sürece henüz etkin bir şekilde katılmadığını savundu.

Dünya nüfusunun yüzde 50'sinden fazlasının 2007 yılından bu yana kentlerde yaşamaya başladığına işaret eden Arıkan, plansız ve düzensiz kentleşme politikalarının iklim değişikliğinin etkilerinin daha da şiddetlenmesine yol açtığını söyledi.

Arıkan, Avrupa Birliği'nin iklim değişikliği alanında oldukça ilerici politikalara sahip olmasının Türkiye için şans olduğunu, bununla beraber, Türkiye'nin 2012 sonrası ileri gelişmekte olan ülke konumunu garantileyememesi durumunda, AB´den daha yüksek salım azaltımı konusunda yeni baskılarla karşılaşabileceği uyarısında bulundu. Arıkan, "İzlenecek stratejiye göre, OECD üyeliği ve AB katılım süreci Türkiye´nin iklim değişikliği çalışmalarında avantaj ya da dezavantaja dönüşebilir" dedi.

Dünya iklim değişikliği ile nasıl tanıştı?
Dünyada 1990'lı yılların başında iklim değişikliği sorununun basit bir çevre sorunu olarak ele alındığını ifade eden Arıkan, 2003'de Avrupa'da yaşanan aşırı sıcaklar ile 2005 yılında ABD'de yasanan Katrina Kasırgası'nın en güçlü ekonomilerin bile küresel iklim değişikliği karşısında aslında oldukça kırılgan olduğunu ortaya koyduğunu belirtti.

Arıkan, öncelikli sorumluluğu bulunan sanayileşmiş ülkelerin insan kaynaklı sera gazı salımlarının yüzde 5 oranında azaltılmasını hedefleyen Kyoto Protokolü'nün 2005 yılında yürürlüğe girdiğini söyledi.

Kyoto Protokolü'nü finansman ve yaptırım açısından uluslararası çevre yönetimine önemli yenilikler getiren bir süreç olarak tanımlayan Arıkan, sera gazı salımlarında en büyük paya sahip olan ABD'nin, Kyoto Protokolünü 1997 yılında imzalamasına karşın, 2000 yılında iş başına gelen Bush yönetiminin politikası sonucunda protokole taraf olmaktan vazgeçtiğini hatırlattı.

Arıkan, ABD'nin tüm çabalarına karşın, Kyoto Protokolu'nun hala devrede olmasının, doğa dostu uygarlık çabalarının en önemli başarılarından birisi olduğunu dile getirdi.

Dünya'da iklim değişikliğine kalıcı çözüm bulmak için 19. ve 20. yüzyılın kalkınma, refah, gelişmişlik kavramları yerine yepyeni bir bakış açısını ortaya koymak gerektiğini belirten Arıkan, "Kyoto Protokolu bu yönde atılan ilk adımdı. Her toplumsal dönüşüm ilk dönemlerinde sancılı geçer. At arabası yerine demir yolunun kullanılması nasıl belirli bir direnişle karsılaştıysa, fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji, tüketim yerine bilinçli kullanım, kar yerine paylaşım, sömürü yerine dayanışmanın esas olduğu bu yeni donemin dünyada yaygınlaşmasına karşı gelişler de olabilir. Siyasi, ekonomik va askeri olanaklardan vazgeçmek istemeyen eski dönemdekiler yeni gelişmelerin önünü kesebilmek için her türlü direnişi sergileyebilir" şeklinde konuştu. -

Çok kutuplu dünyanın ilk adımı
Yunus Arıkan, Çin'in büyük nüfusu nedeniyle, ABD'nin ise aşırı tüketime dayalı ekonomisi nedeniyle tüm dünyada en çok sera gazı salımına yol açan ülkeler olduğunu bildirdi. Arıkan, ABD'nin dünya nüfusunun yüzde 5'inden az bir nüfusu barındırmasına karşın, gerek doğal kaynakların tüketiminde, gerekse sera gazı salımlarının oluşmasında dünya ölçeğinde yüzde 25 sorumluluğa sahip olduğunu bildirdi.

Son 150 yıldaki performanslara bakıldığında, ABD'nin sera gazi salımlarının azaltılmasında çok büyük tarihsel sorumluluğu bulunduğunun açık olduğunu belirten Arıkan, Kyoto Protokolü´nün imzalandığı 1997 döneminde Çin'in henüz dünya ekonomisinde ve sera gazı salımlarında bu kadar büyük bir role sahip olmadığını hatırlattı.

Arıkan, ABD'nin uzun bir süre Kyoto Protokolu´nün Çin ile arasında 21. yüzyılda yaşanacak iktidar kavgasında kendisi için bir dezavantaj oluşturduğuna inandığını, ancak Çin'in, Kyoto Protokolu ile beraber düşük karbon ekonomisinin de önemli öncüleri arasında yer alarak, bugün dünyanın en büyük yenilenebilir enerji merkezi haline geldiğini ve en yeni teknolojik uygulamalara da ev sahipliği yaptığına dikkati çekti.

Kyoto Protokolü'nde birinci yükümlülük döneminin 2012 yılında tamamlanacağını, 2012 yılından sonraki yeni donemde sanayileşmiş ülkelerin tarihsel sorumlulukları nedeniyle salımlarında daha fazla azaltım elde etmeleri gerektiğinin altını çizen Arıkan, geçtiğimiz yıl sonunda yapılan Kopenhag İklim Zirvesi'nin en güçlü ülkeler olan ABD ve Çin ittifaklarının bile diğer ülkeler üzerinde tahakküm kuramayacağını gösteren yeni bir çok kutuplu dünyanın ilk adımı olarak tanımlanabileceğini söyledi.

Arıkan, 1990'lı yıllarda ABD'nin Kyoto Protokolü'nden çekilmesinin Avrupa Birliği'ni (AB) ister itemez bu alanda liderlik rolü oynamaya zorladığını, o dönemde iktidarda bulunan yeşiller ve sosyal demokratların süreci olumlu değerlendirerek AB'nin bu alanda teknolojik ve siyasi bir avantaj sağladığını anlattı.

Son yıllarda itibaren AB'de gerileme görüldüğünü anlatan Arıkan, AB'nin Kopenhag İklim Zirvesi'nde de ciddi bir varlık gösteremediğini ileri sürdü. Arıkan, AB'nin bu süreçte, ABD'deki yeni Obama yönetimine fazlaca bel bağladığını, diğer yandan AB bünyesindeki İngiltere, Kopenhag'da oldukça farklı bir çizgi izlediğini, özellikle Commonwealth ülkeleri üzerinden oldukça etkin bir lobi çalışması yürüttüğünü savundu.

Yunus Arıkan, AB'nin bir bütün olarak gelişmekte olan ülkelerle etkin bir işbirliği izleyip gerekli finansman desteği sağlayamaması durumunda, iklim alanında ABD ve Çin'in arkasında kalmaya mahkum düşebileceğini ifade etti.

CNNTürk