Takdir yetkisinin tanımı ve hukukî niteliği
Genel bir ifadeyle takdir yetkisi, belli bir davranışta bulunurken ya da belli bir görevi yerine getirirken yahut da bir karar verirken kanun tarafından az veya çok bir hareket serbestliği, bir başka ifadeyle kanun koyucunun önceden bir hareket şekli koymadığı hallerde yerine göre hareket edebilme yetkisi tanınmış ise, bu durumda takdir yetkisinden bahsedilir.
Takdir yetkisi, duruma göre hareket etme yetkisi olarak ifade edilir. Kelime anlamı ile takdir yetkisi iki anlama gelmektedir. Birincisi “kanunların hayatın bütün hadiselerini kavrayamamaları yüzünden, bazı hallerin gereklerini daha iyi ölçmeğe imkan bırakmak için hakkaniyet ve dürüstlük kaideleri gibi umumi adalet ve ahlâk ölçüleri içinde hâkimlere hükümlerinde ve kararlarında tanınan yetki”, diğeri ise “muhakemenin her safhasında meselenin hâl ve icabına göre karar almayı ve uygulamayı kanunun kendisine bırakmış olduğu yerlerde hâkimin alacağı tedbirlere, vereceği kararlara tesir eden fikri intibalara veya vicdani kanaatlere dayanma hakkı”dır.

Buna göre takdir yetkisi, kanun koyucunun bilerek ve isteyerek bir başka ifadeyle bilinçli olarak hüküm içi (intra legem) boşlukların; hukuk kurallarını uygulamakla yükümlü olanlarca -hâkimlerce- olaylardaki özelliklerle toplumdaki ahlâki düşünceler, hukukun birliği, takdir yetkisini tanıyan kuralın amacı, sosyal adalet gibi hususlar göz önünde tutularak ferdileştirilip doldurulması yetkisi olarak tanımlanabilir
Yine hâkimin karar verme sürecinde kullandığı ve “takdiri” dediğimiz yetkisini keyfilikle karıştırmamak gerekmektedir. Keyfi güç, herhangi bir makamın kendi şahsi görüşlerine, arzularına göre hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan hareketi demektir. Bu açıdan takdir yetkisini kullanan hâkim, bu yetkiyi çok genel bir söyleyişle ancak yasanın serbest bıraktığı alanlarda veya çizdiği sınırlar içinde, ülkenin yasaları ile belirlenen sınırlar dahilinde ve göreve uygun biçimde kullanılabilir. Hâkim, kendisine takdir yetkisi verilen yerlerde kendi hukuk hissi ve anlayışına yahut keyfine göre değil, her şeyden önce kanuna ve hukuka bağlı olarak karar verecektir
şleminin iptali istemiyle ilgili kısmının görüm ve çözümünün ana noktalarını takdir hakkının kullanılması yöntemi oluşturmaktadır.

İdareye tanınmış bulunan takdir hakkı hiçbir zaman muklak ve sınırsız olmamak gerekir. Kamu hizmetinin verimliliği, etkinliği ve kamu yararı ile kişi yararı arasında bir denge kurulması sorumluluğu bu hak ve yetkinin sınırını oluşturmaktadır. Takdir hakkının idarece takip edilen amaca uygun olarak kullanıldığı keyfilikten, kişisel ve duygusal değerlendirmelerden kaçınıldığı, keyfilikten, kişisel ve sübjektif değerlendirmelerden uzak olunduğu, objektif ve gerçek kıstaslara bağlı kalındığı sürece yargı denetimi dışında tutulması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır. Ne varki idarenin takdir hakkını yerinde kullanmadığı kullanılan takdir hakkında hukuka aykırılık bulunduğu savının ileri sürülmesi halinde, idari yargı yoluyla bunun araştırılması, bir başka deyişle takdir hakkının sınırlarının aşılıp aşılmadığının saptanması gerekmektedir.
idarenin sınırsız ve mutlak takdir hakkına sahip olduğu ve böylece takdir hakkının idari denetime tabi olmadığı yönünde yorumlamak ve uygulamak, Anayasanın öngördüğü hukuk devleti ile bağdaşamaz.

Anılan yetkinin özellikle, yüksek mahkemelerce olmak koşuluyla, yargı yerlerince çizilebileceği ve hatta bu konuda hiçbir yasal sınırlamanın kabul görmeyeceğinin benimsenmesinde kamu yararı bulunduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

Ayrıca, takdir yetkisinin bulunduğu hallerde bile, idari yargı yeri yargıcı, idari işlemi amaç öğesi yönünden de denetlemek durumundadır.

Gerçekten idarenin kamu hizmetlerini yerine getirirken ve günlük ihtiyaçların yerine getiriliş biçimini belirlerken bir takdir hakkına sahip olduğu muhakkaktır. Ancak bu halde dahi, idare, idari işlemin amaç öğesi açısından, kamu yararı ile bağlıdır ve bu yönden yaptığı idari işlemler üzerinde bir yargı denetimi yapılmak gerekir.

Bunların dışında, idarenin yetkisini kanunun amacına aykırı bir biçimde kullanması hali, başlı başına bir hukuka aykırılık teşkil eder ve bunun kaçınılmaz sonucu olarakta, işlem amaç öğesi açısından sakat bir işlem durumuna girer. Bu durumda da, takdir yetkisinin amaç unsuru açısından sakatlandığını kabul etmek gerekmektedir.
Takdir yetkisinin ne olduğunu veya neden var
olduğunu açıklayan çeşitli kuramlar geliştirilmiştir.
Bu kuramlardan çıkarılabilecek en önemli sonuç,
idarenin az ya da çok takdir yetkisine sahip bulunması
zorunluluğu; bu yetkinin bir bakıma idari yaşamın
gerçeklerinden kaynaklandığı şeklinde özetlenebilir.
Takdir yetkisi, belirli olguların varlığı halinde,
İdarenin serbestçe ya da mevcut seçeneklerinden
birini uygun gördüğünce tercih ederek karar alabilme
imkanıdır.
Takdir yetkisi “keyfi”lik demek değildir. İdare takdir
yetkisinikullanırkenbazıilkelereuymakzorundadır.
Builkeleraşağıdakigibisıralanabilir :
a)İdare, takdir yetkisini kullanırken her şeyden önce,
yasanınkoyduğusınırlariçerisindekalmalıdır.
b)İdare, takdir yetkisini kullanırken eşitlik ilkesine
önemvermelidir.
c)İdare, takdir yetkisini kamu yararı için
kullanmalıdır.
d)İdare,takdiryetkisinigerekçelikullanmalıdır

akdir yetkisi, kamu görevlileri için, hukuk ta-
rafından onlara resmi olarak bazı durumlarda kendi
vicdani kanaatlerine ve iradelerine göre başkalarının
vicdani kanaati veya düşünceleri tarafından sınır-
lanmaksızın hareket etme iktidarı veya hakkı anla-
mına gelir
Takdir yetkisi sınırsız değildir
. Bu nedenle
idare takdir yetkisini kullanırken, keyfi biçimde
davranamaz. Gerekli inceleme ve araştırmaları
yaptıktan, bunları somut kanıtlarla destekledikten
sonra takdir yetkisini kullanmalıdır. Takdir yetkisinin
olduğu durumlarda bile idare haklı gerekçe göster-
mek zorundadır
Askeri Yüksek İdare Mahkemesi 1. Dairesi,
“idare takdir yetkisini kullanırken; genellik, eşitlik,
objektiflik ilkelerine uygun ve takdir hakkını kullan-
masına kendisini sevk eden nedenleri belgeleriyle
birlikte açıklaması yargı güvencesinin, teminatlı ve
düzenli idare ilkesinin gereğidir …
.” Diyerek idari
işlem veya eylem yapılırken takdir yetkisinin eşitlik
ilkesine aykırı
kullanılmasını
hukuka uygun
bulmamışlardır.

Kendisine takdir hakkı tanınmış olan kişi veya merci, bu hakkını kullanırken "yasa veya anayasa bana takdir hakkı vermiştir, ben de böyle takdir ettim" diyerek keyfî kararına meşruiyet zemini açamaz.
Takdir hakkının kullanılmasının keyfî olmayacağı hususu en açık biçimde Medenî Kanun'da dile getirilmiştir. MK'nun 4. maddesi şöyle diyor: "Kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda (…) hakim, hak ve nısfetle (insaf ölçüleriyle) hükmeder." Aynı kanunun 1. maddesi ise, hakkında kanunî hüküm bulunmayan meselede hakimin örf ve âdete göre, örf ve âdet de yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı bu meseleye dair nasıl bir hüküm koyacak idiyse ona göre hükmeder, dedikten sonra; hakimin hükümlerinde ilmî içtihatlardan ve yargı kararlarından istifade edeceğini, bildiriyor.
Denebilir ki, bu hususlar, Medeni Kanunla ilgili ve o meselelerde hakimin takdir hakkının nasıl kullanılacağına ilişkin düzenlemelerdir. Fakat burada, aynı zamanda hukukun temel bir ilkesi de dile getirilmektedir. O ilke, takdir hakkının keyfî biçimde kullanılamayacağına ilişkin olarak getirilen düzenlemedir. Kamu hukukunda da, duruma aynen riayet edilmesi gerekmektedir. Aslında bu ilke Medenî Kanun içinde düzenlenmiş olmakla birlikte hakimin takdir hakkının (başka bir görüngüden bakıldıkta kendisine tanınmış olan bir yetkinin) kullanılması hususu, doğrudan kamu hukukunu ilgilendiren bir veçhe taşımaktadır.
Demek istiyoruz ki, kendisine bir hususta takdir yetkisi tanınmış olan bir merci, bu yetkisini gelişigüzel ve keyfi nasıl istiyorsa öylece kullanmaya mezun değildir

İdari işlemin ‘sebeb’i, idari makam tarafından yapılan idari işlemin doğru ya da yanlış, hukuka uygun ya da aykırı , savunulabilir ya da savunulamaz olduğuna bakılmaksızın, idari işleme temel teşkil eden mülahaza ve düşünceleri ifade eder .Bu bağlamda idare tarafında tesis edilen her işlemin bir sebebi olma zorunluluğu vardır.
İdare, bir idari işlem tesis ederken her ne kadar kamu gücü kullanıyor olsa da bu durum idareye keyfi hareket etme yetkisi vermez.İdari işlem tesis edilirken mutlaka hukuki bir nedene dayanmalıdır.Yani yapılan işlem mutlaka mevzuattan kaynaklanan bir yetkinini kullanılması biçimde ortaya çıkmalıdır.İdare bu işlemin sebebini gerekçesinde belirterek ilgilisine bildirdiği takdirde demokratik ilkelere uygun hareket ederek hukuki güvenliği tesis etmiş olacaktır.Bu sayede idari işleme muhatap olan kişi hem işlemin nedenini hem de hukuki haklarını daha iyi kullanması sağlanmış olacaktır.

Kaynak: "İdari İşlemde Gerekçe" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Sercan Coşkun Kulak'e aittir