-
"Babama"
babam sabahları seher yeliyle mesh ederdi yüreğini
tarhana çorbasına kaşık sallar
nasırlı elleriyle
tutardı çakmak tarlanın yolunu
dudaklarında hep aynı türkü
"divane aşık gibi dolaşırım yollarda
kız senin sebebine kaldım istanbul"larda
oysa istanbul onun için
uzaklardaki oğula hasret bırakan bir koca şehir
hiç gitmemiş
hiç görmemiş
oğlunun diline dolanan
sokaklarında hiç yürümemiş
yorgun yüreği her teklediğinde
usulca kıvrılır bir köşeye
oğlunu özlermiş
dilindeki duaya
mutlaka uzaklardaki oğlunu da eklermiş
içinde düğümlenen hasreti
yastık yapıp başına
derin uykulara dalarmış babam
"oğul! ey yüreği delişmen sevdalara tutkun oğul"
diye sayıkladığını söyler annem her akşam
babam!
ey yüreği uçsuz bucaksız kırlara teşne
koca adam!
bilir misin oğlun da özler seni
sayıklar senin ismini
her gece uykuyu kovalarken
ıssız odalarında bu şehrin
yüreğine sımsıcak ellerini düşürür
durmadan.
içinde hasretini büyütür.
MUSTAFA KELOĞLU-"Babama"
-
BAŞKA YARINLAR
Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin,
bugün dudağında başka bir tad var,
boyunda başka bir yücelik.
Bugün kırmızı gülün bir başka daldan.
Ayın gökyüzüne bugün sığmamış.
Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş.
Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle,
bir başka kavga var dünyada senin yüzünden,
dünyada bir başka gidiş
Biz senin gözlerinden gördük
arslanlara meydan okuyan o ceylanı,
Başka bir ovası var o ceylanın bugün
iki cihandan da dışarı
Seven insanın ayağı mı yok,
işte ona ölümsüzlük kapandı.
Yukarlarda onunla uçar gider.
Gözlerinin denizinde onu arama.
O inci bir başka denizde.
Bakarsın bugün sever bu yürek,
yarın sevilir bakarsın.
Yüreğimin özünde başka yarınlar var.
(Mevlana)
-
ALINYAZISI SAATİ - 2
Ne kadar uzaktık Dicle'den
Çok yakınında doğmuşken
Dicle ki aşağılarda köpüklerinden
Bir şehir doğurmuş Bağdat'tır bu senin ülken
Bağdat'tır bu kardeşim senin ülken
Ayın Dicle'ye düşüp toprağa yükselmesi yeniden
Ayna koparmak boyuna ayna koparmak güneşten
Açık ve seçik bir fetih kılıçla yarılan güneşten
Senin şehrin benim şehrim ve hepimizin şehri
Bir nehrin şehri ki bizi yıkamıştır ruh ve beden
İçimizde akmıştır gece ve gündüz demeden
Gövdesinde izler benekler taşır Kara Âmid kalesinden
Yaralar kaplan derisini cam gibi süsleyen
Gönül yaraları fizikötesinden
Ve bir şehir ki haber verir
Gök yaratılmadan önceki gökten
Zebercet seslerin ev kafesi oluşu
Diş diş bahçe parmaklıkları gümüşten
Hurmalar Dicle'nin çiçekleri peygamber armağanı
Veliler armağanı Bağdat'a doğru gelen
Boyuna gelen bin yıldan beri
Bin bin yıl daha öteye giden
Altın palmiyeler sulh ve sükûn defneleri
Görmedim Bağdat'ı ne kadar görmek istemişken
Bizi mahrum bırakmışlar birbirimizden
Kendimiz mahrum bırakmışızdır kendimizi kendimizden
Bağdat ki Kerbelâ şehitlerinin kanıdır harcı
İslâm Uygarlığının Başkenti
Harun Reşit barışı
İmam-ı Âzam adaleti
Cüneyd'in gözleri
Geylâni'nin gönlü
Ve Halid'in zikri
Binbir gece ülkesi
Binbir gündüz gerçeği
Fuzuli'nin günü
Leyli vü Mecnun nefesi
Ve Hallac-ı Mansur'un kanıyla besli
Gece meleği
Yaksam bütün lâmbaları
Çağırmak üzere ateş pervanelerini
Fitili kıssam ışık baharını
Yanmasın aşıkların yüreği
Bir aldanışla bir yanışla
Ulu bir kanışla bir yanışla
O çocuğun kederini biliyorum
Kaderi bir ağıt gibi sızdıran gönlüne
Bağdat bir sarnıca ine ine
Yaklaşıyor yeniden derinden derine
Çarpılmanın mermerine
Alçılar kırılıyor Lût gölü tuz gibi
Dicle kara bir fırtınada dönüyor fırdolayı
Çatlayan toprak karanlığın anası
Ve su, kurumuş çiçeklerin damıttığı
Kitap yüklü develer boğuldu
Ateş yüklü atlar yüzerken yandı
Kördüğümdür halifenin sırrı
At nallarının altında
Kuşlar ki boğazları tıkanmış mercandan
Kıyamet habercisi çıkardığı seslerle
Zeytin ezmesi sergisi sonsuz bir asfaltta Bilyeler üstünde kayan otomobiller göçünde
Bir halk gidiyor burdan bilinmeyen bir yere
Hâtıralarını savurarak sıcak bir rüzgârın küllerine
Ve haberci diyor ki: n'oldu Bağdat
Nerde onu koruyan sur ve perde
İnsan ki yaşar eserde
İnsan nerde ve eser nerde
Devrilen her taş benim taşım
Yıkılan her ev benim
Benden yıkılıyor hepsi ben yıkılıyorum
Yıkılan benim
Ve haberci diyor ki: yıkılan benim
Taşta suda hurmada
Kuş boğazında
Otomobil tekerinde petrol zerresinde
Her zerrede ölen benim
Ölen Bağdat benim
Ve diyor ki haberci:
Yanan ay sönen gün benim
Çöken akşam gelen geceyim ben
Neden anlamadın bütün bunları sen
Ey Bağdat'ın altın anahtarını küle çeviren
SEZAİ KARAKOÇ
*
Alınyazısı Saati (İstanbul)
Yeryüzüne ayı indir o bir şehir olsun
Yaklaştıkça büyüyen
Ayrıntıları setleri bahçeleri
Yumuşak çizgileriyle ortaya çıkan
İşte ben o şehri yaşadım yıllarca
İstanbul'da parça parça
Çeşmelerinde ayı yaşadım
Servilerinde ayla birlik bölündüm
Ayla birlik yaralandım
İstanbul mezarlıklarını aydınlatan ayla
Soludum bölük bölük ahiretin
Keskin çizgili özgürlüğünü
Kanlı canlı özgürlüğünü ay kesmesi
İçtim sıcak bir yaz günü içilen buz gibi bir vişne şurubu benzeri
Kutsallığın ballı biberli çilekli çile kevserini
İstanbul'dur bu otuz yıl kana kana yaşadığım
Taşlarına adeta resmim işledi
Ben İstanbul'da dağıldım zerre zerre
İstanbul damla damla içimde birikti
Mermer tozu gelip gelip içimde oluştu bir şehir
Bu yeryüzünden ve gökyüzünden ötedeki şehirdir
O bir kılıçtır Doğudan Batıya uzanıp
Çin ipeğinden örülmüş şeytan kozasını bölen
Darbeleriyle Batı çeliğini lime lime eden
O Tanrı'nın kılıç halindeki hilali
İslam ruhunun kristalleşmiş heykeli
İçimin sesi rüyamın öfkesi merhametimin şehri
İstanbul'a gel oruç günleri gez gör ve dinle derinden
Taştaki oymalarını incele bir er gözüyle
Semerkant'tan kalkıp gelmiş erlerin gözüyle gör her yeri
Camileri mezarlıkları çeşmeleri ve sebilleri
Git Sümbülefendi'ye servilerden sor olan biteni
Merkezefendi'de tüket maddeyi yırt maddeciliğin kefenini
Bağdat'ta ebedi bağı ruhun ve ilahi hikmetlerin
Şam'da son sınırı manevi medeniyetlerin
Kozmik bakış metafizik sezgi
Bağdat'tan dal, Şam'dan yaprak Diyarbekir'den çizgi
Hep İstanbul'da kırık dökük
Parçalanmış silinmiş sönmüş
Hayaletler gibi kaçmış gizliliklere
Loş boşluklara sığınmış kan rengi bir huzur arzusu
Sabah Karacaahmet'te öten şafak kırmızısında savaş borusu
Sökün eder her sabah ufkun bir ucundan yeniçeriler
Su şırıltısından gök gürültüsüne değin
Bütün seslere düzen vermiş ebedi mehter
Yok olduysa bu şehir ruhu ruhuma sindi
Ben yaşadıkça o yaşayacak bende
Kimbilir belki o da dirilecek benimle
İslam Milletinin dirilişinde
O yeniden güneşin güneş ayın ay ve dünyanın dünya
İnsanın insan olduğu o günde
Ölümün biliyorum ey İstanbul diriliş içindir
Öyleyse indir ruhunun teslim bayraklarını indir göm toprağa
Doğrul ve kalk ayağa
Kemiklerinle etin arasında
Sonsuz güç topla korku ve muştuyla
Mucize muştusuyla
Yüreğim yırtılıyor çınlıyor ağlıyor yüreğim
Fırtına yaprak yaprak dökülüyor
Gecenin tüyleri savruluyor havaya
Ölümümü kutlayan Arz oğullarıyla
Mübarek toprağın anlamından bile yoksun
Taşın demirin mermerin ve tozun metafizik kadrine bile düşman
Kabus ruhumu çalmak isteyen hırsız
Madde dönüşür binbir şeye ama ruh kaybolmaz
Altın madeni gibi pırıl pırıl kalır ve solmaz
Ve ben kardan geldim ama denizi üstlendim
Denizi yüklendim adeta denizle evlendim
Denizle yaşadım denizle öldüm
Öldükten sonra denizin gözlerini gördüm
Denizden denize yükseldim
Birliğin şarkısını işittim dinledim derinliklerinde
Sedeflerinden yapılmış İstanbul camilerinin taşları
Beyaz güvercin kanadı köpüklerinde kubbelerini gördüm camilerin
-Ama gizleyerek saklayarak itiraf etmeyerek-
Bursa'dan gelen yeşil bu denizi boyadı gökten sonra
Ve trenler şifreli düdükleriyle trajedileri perdelerken
Dönüp bir köşeden ötede kaybolurken
Ben kayalarını denizin ahenkleştirdiği kıyılarda
Gerçeği koğaladım hayal meyal görünen kelimeler arkasında
Ve derken birden karaya sıçradım Ayasofya
Padişah türbeleriyle örtülmüş maskelenmiş şehzade mezarlarıyla
Kayboldu o deniz o kentle birlikte Rabbim bildir bana
olup biteni
O yeşil ötesi ışığı o güneşi tahlil eden su çizgisini
Ve sen ey Avrupa yerin dibine batacaksın bitmez tükenmez suçlarına karşılık
Ve derken Ayasofya yüzüme çarpan karanlık
Serin ve kilim nakışlı kızıl gözlü dev bir cam gibi
Ve kılıcımın ucunda Ayasofya küçük bir bilya gibi
Uçuyorum göklerin kubbesine bir ikram gibi
Gök sofrasında bir çeşni bir garnitür gibi
Kalk ve kavra ruhum bir kadavra gibi solan bu göksel yapıyı
Bir kartal taşırken yere düşmüş
Ve kalakalmış kaldığı yerde
Sonra karanlıklardan çıkan kartallar tünemiş üstüne
Yemişler ötesini berisini
Ey kozmiğin kemirdiği bir kent gibi yükselen yapı
Ey Allah'a açılan ve kapanan ulu kapı
Bir at gibi soluyorsun kulelerinle
Deniz öfkenin köpükleriyle benekli
Gel barışın köprüsü ol içimizde dışımızda
Yeniden sularından içelim kana kana
Savaşabilirim bugün bütün dünyayla
Gerekirse
Ruhumuzun susadığı hakikat olan
Evrensel İslam Barışının zaferi için
Aşk için Tanrı hakikati aşkı için
Göğe çıkan İsa yere insin diye
-Fazla çıkardılar göğe-
Gel ey Muhammed ve İsa hakikati
Burada sizi bekleyen bütün bir insanlık var
Bulutlar yaralı insanlar zehir saçan fırtınalar
Kara-düşünce fırtınalarıyla yüklü kurşun levha havaları
Savaşırım doğudan daha doğu
Doğrudan daha doğru olanı bulmak için
Zulme karşı savaşabilirim
İnsan başı yalnız Tanrı önünde eğilecektir
Ebedi hakikat budur
Bunun için savaşırım ben
Bunun için kanım helal olsun
Şehrimin altına özgür Tanrı aşkını yazmak
İstanbul'u yeniden Tanrı şehri yapmak
Bunun için savaşırım ben
Servi için savaşırım çınar için savaşırım
Tozlanmamış gün doğuşu için
Yıldızlar geceleri yeniden görünsün diye
Tuz deniz damlasında gülsün
Çam denizle gülüşsün
Su tenimizle barışsın
Ruhumuzla ışısın diye
Savaşçıyım ben atalarım gibi
İstanbul için savaşırım
Bağdat'ın dervişlik ortağı
Şam'ın kılıç kardeşi
Olan İstanbul için
Benim güneşimden öteye kimse gidemez
Benim güneşimin üstüne doğmadığı hayat hayat değil
"Benim duvarımdan yüksek duvar haraptır"
Gerçek özgürlüktür kölelik değil Tanrı'ya kulluk
İstanbul olacak yine gerçek özgürlüğün türküsü
Kıyamete kadar söylenecek türkü
Sezai Karakoç
-
HAZAN BAHÇELERİ
Kalbim yine üzgün, seni andımda derinden
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden
Geçtim yine dün eski hazan behçelerinden
Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş
Gördümki yazın bastığımız otları solmuş
Son demde bu mevsim gibi benzimde kül olmuş
Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden
Yahya Kemal Beyatlı
-
UYU YAVRUM
Uyu yavrum, uyanacak günler var,
Yarınları gözetleyen dünler var.
Baban şehit izlerinde ünler var.
O izlerde sen de dolaş
Öç gününe sen tezce ulaş
Uyu yavrum, tepesinde haç yatan
Camiler vardır bu mu seni ağlatan?
Dayanamaz çiğnenmeye bu vatan
Camilere götür hilal,
Hem yurdu, hem de öcünü al.
Ziya Gökalp
-
YA GAZİ Ol YA ŞEHİT
Hadi yavrum ben seni bugün için doğurdum
Hamurumu yiğitlik duygusuyla yoğurdum
Türk evladı odurki yurdu olan toprağı
Ana ırzı bilerek yad ayağı bastırtmaz
Bir yabancı bayrağı ezan sesi duyulan
Hiçbir yere astırtmaz
Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım
Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit
Hadi yavrum köyüne, nişanlına veda et
Sabanını tarlanı herşeyini feda et
O silaha sarıl ki böyle günde bir erkek
Bir dualı demirden başka birşey kullanmaz
Bunu tutan bir bilek köleliğin
Uğursuz zincirine uzanmaz
Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım
Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit
Hadi yavrum kendine sende yiğit er dedir
Büyüdüğün gaziler ocağına can getir
O cenkleri kazan ki senin büyük Türk adın
Yedi iklim dört bucak içersine ün salsın
Beş yüz yıllık ecdadın kabirlerde titreyen
Kemikleri öç alsın
Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım
Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım
Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit
Hadi yavrum bugünde dertli ninen ağlasın
Ayrılığın oduyla yüreğini dağlasın
O yaşları saçsın ki senin aslan göğsünde
Benim kanlı gözyaşım düşman için kin olsun
Kara yerin yüzünde ayağının bastığı
Dağlar beller leş olsun
Mehmet Emin Yurdakul
-
Her Şey Sende Gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın.
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak,
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir.
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin,
bunu da öğren,
SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN...
Can Yücel
-
Dünya üç beş bilgisizin elinde
Onlarca her bilgi kendilerinde.
Üzülme, eşek eşeği beğenir
Hayır var sana kötü demelerinde..
Ö. Hayyam
Give Justice A Hand
-
YALNIZLIK MACERASI
Öyle yalnız kaldım ki hayatımda
Kimi gün öldüm kimi gün ilah oldum
Çok zaman annemin dizlerine hasret
Koydum başımı kendi dizlerime
Doya doya ağladım
Paylaşırsa dost paylaşırmış
İnsanın derdini sevincini
Dost ümidiyle ortalığa düşmeye gör
Hangi kapıyı çalsan kimseler yok
Hangi omuza dokunsam yabancı çıkar
Aşık mı olmadım taparcasına
Bir Mecnun geçti o çöllerden bir de ben
Diz mi çektirmedim alemde Kerem gibi
Ferhat gibi gürz mü sallamadım dağlara
Ne Leyla yar oldu bana ne Aslı ne Şirin
O gün bugün sırtımı kendim sıvazlıyorum
Sabahları sokağa çıkmadan evvel
Cesaret şairim, cesaret
Kendi saçlarımı okşuyorum geceleri
Sevgilimin saçları niyetine.
CAHİT SITKI TARANCI
-
DENİZİN DELİSİ
Unutmak mı, delisin,
Gitmesem de bekler orada deniz.
Gelirsem bilmelisin
Benim beklememdir burada deniz.
Gitmek gibi geleceğim
Denizin delisine.
Delinin denizi gibi,
O ne kadar giderse.
ÖZDEMİR ASAF