Kategoriler: İnternet Medyası

NE MUTLU

parmakparmak

“Ne mutlu” sözünü duyan her Türk, genç – yaşlı, sözün gerisini kendiliğinden getirir:

“Ne Mutlu Türk’üm Diyene!”

Bu söz, Türkiye Cumhuriyeti’nin simge sözüdür. Dünya bilir. Ulus birliğimizin özü, bizi birleştiren kelime, mayamız, yol gösteren söz yıldızımız; bu söz, geleceğe dönük aydınlık ufkumuzdur. Türk ulusunun bir bireyi olmanın güzelliğini, bunun yolunun soyla sopla değil, kafatasçılıkla, bağnazlıkla değil, duyguyla, yürekle ilişkili olduğunu anlatan, kendimize güvenmemizi öğütleyen, çağdaş bir söz öbeğidir bu anlamlı, çok değerli söz.

Yüce önderimiz Atatürk, Onuncu Yıl Nutku’nda sözlerini işte bu sözle bitirmiştir:

“Ne mutlu Türk’üm diyene!”

Bilirsiniz, bu söyleve, “Türk Milleti” diye başlar Cumhuriyetimizin kurucusu, ilk Cumhurbaşkanımız, Türk devrimlerinin öncüsü yüce Atatürk. Cumhuriyetimizin onuncu yılını kutlama konuşması olan bu söylevinde, yüce önderimiz, onlarca kez “Türk Milleti” der. Ulusumuzun üstün özelliklerini (Yüksek karakter, çalışkanlık, zekâ, ilme bağlılık, güzel sanatları sevmek, milli birlik duygusu…) kaç kez sayar. Bir kez de, “Büyük Türk Milleti” diye seslenir ulusumuza, sözlerini bitirmeye yakın. Kurduğu meclisin adı da bu yüzden Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Meclisin büyüklüğü değildir orada belirtilen, milletin, kısaca Türk milletinin büyüklüğüdür. Türkiye Cumhuriyeti’nin tanımı o konuşmada, tam şöyledir:

“…Temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti.”

Türklük, milli ülkümüz sözleri de geçer bu konuşmada. Son söz, ne demek istendiğinin kısaca özetidir:

Ne mutlu Türk’üm diyene!”

Mecliste, kürsüde yapılan bu konuşma, o günün teknik olanaklarıyla görüntülü, sesli kayıda alınmıştır. Bu sözü, ne mutlu ki Türk Ulusu’na, yüce önderinin sesinden duyabilmiş, gelecek kuşaklarına da duyurmuştur, duyuracaktır…

“Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözü, okullarda, “Andımız’ın son sözü olarak da kırk yılı aşkın bir süre, bu iktidarca, “Andımız” okullardan kaldırılana kadar okunmuştur. Din Dersi kitaplarına, diğer bazı ders kitaplarına, Türkçe kitaplarına bu simge sözün yer aldığı “Onuncu Yıl Nutku” son yıllara gelinceye dek konmuş, çocuklarımıza okutulmuş, öğretilmiştir.

Şimdi gelelim, bunları demeye, anımsatmaya neden gerek duyduk… Ne oldu da, hepimizin çok iyi bildiği bu bilgileri yeniden yazdık?

Neler olmadı ki!

Bu sözü, diline dolayarak, kirli diliyle kirletmeye çalışan fesli bir deli vardı ya, ağzından tükürükler saçarak boyuna değerlerimize küfür eden… Kurtuluş Savaşı’nı inkâr eden, Yunan’a yanık, Yunan’a hayran, onlarla savaşıldığına pişman, onlara tutsak olunmadığına üzülen, yüce önderimize bıkıp usanmadan dil uzatan, ha bire suç işleyen acınacak zırzop, devlet katında ağırlanmış; dediklerinden ceza alacağına, bedel ödeyeceğine, dil uzattığı, varlığını borçlu olduğu devlet kurucumuzun koltuğunda oturandan övgü ve beğeni almış.

Gazeteler şöyle yazdı: “Cumhurbaşkanı sofrasına Mısıroğlu’nun davetine CHP’den sert tepki.” Açıklama şu sözlerle: “Sarayın bir soytarısı eksikti, o da oldu.”

Atatürk’e dil uzatma günümüzde bu kadar kolaylaştı. CHP bile soytarı deyip işin içinden çıkıyor. Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, kendi deyimiyle, yakın tarihe ve Atatürk’e üstü kapalı eleştirileri (!) olan bu fesliyi bir korumuş, sarmış sarmalamış ki görmeyin:

“Epey süredir kendisine kulak veren pek kalmamıştı. Ancak son dönemde yeniden moda oldu. İktidar kanallarına çıktı. Atatürk’e ve Cumhuriyet’e karşı bu kez daha pervasızdı… Hakaretten falan da sakınmıyordu. Mehmet Âkif’e ve Necip Fazıl’a da dil uzatıyordu, fakat İslami kesim bu dil uzatmaları nedense fazla mesele etmiyordu. Galiba azıcık “Fesli Deli Kadir” muamelesi yapıyorlar. Adı geçtiğinde gülümsemeler falan. (Ahmet Hakan)”

Bu gün de kafalardaki sorunun cevapını vermiş aynı yazar: “Neden cumhurun başı sadece “kafa dengi” olanları ağırlar devlet sofrasında?” diye sorarak bu feslinin ve benzerlerinin “kafa dengi” olma özelliğini anlamayan aptalın gözüne sokmuş.

Bu feslinin, kaçak saraylarda ağırlanan, Bakırköy meydanı kadar büyük, mikrofonlarla konuşulan dev bir masada toplatılan yirmi kişicikten biri olan bu kişinin ruhsal durumunu, bilmeyenlere şu sözleriyle isterseniz anımsatalım:

“Ne mutlu Türk’üm diyene” sözünü Türk diyemez. Bunu İslâm’ın yerine bir şey koymak için dedi. (Vay kara yobaz!) “Elhamdülillah Müslümanım deme” diye.”

“Şuur altını okuyabiliyorum, bu söz kendini Türk hissetmediğinin ifadesi. Ne mutlu, hasret ifade eder, ne mutlu zengine demek… Düşünmeden söylenmiş bir söz, kendini Türk hissetmediğini ya da…”

Meczup (deli) böyle sayıklamış. Baştan sona kötü niyet, kara cahillik, bitmeyen Cumhuriyet kini… “İrtica (gericilik)”, “mürteci (gerici)” tam bu sözleri diyebilenleri, bu durumu tanımlayan söz. Bir kez söylevi okumamış bu fesli, okusa da anlamamış, anlasa da, görevi eğitimsiz bırakılan körpe beyinleri karıştırmak, yıkamak, Cumhuriyetimizi yıkmak için çalışmak… Bu kötü niyetli, aynı zamanda yasal suç işleyen, yargılanması gereken kişi, görünürdeki en üst yerde ağırlanarak topluma bir mesaj veriliyor. “Bu sözler bizim de sözlerimizdir, iktidardaki yönetimin kafası tam da böyledir, duyan duymayan öğrensin!” deniliyor…

*
Sonra bu sözün, “Ne mutlu ” diye başlayan başlangıç sözünün, üstü bayrakla sarılı şehit tabutu başında şehit yakınlarına söylendiğini duyduk. Şımartılan, kollanan, korunan, Atatürk’ün Meclisi’ne bile sokulan terör örgütünün son cinayetlerinden birinde öldürülen polisimiz için söylenmiş böyle başlangıçlı bir söz. Kim tarafından? Yüce Atatürk’ün kurduğu devletin, ulus devletin, Türk devletinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüce katına bir şekilde çıkan (çıkarılan) kişi tarafından:

“Ne mutlu onun ailesine…” Yetmemiş, şiir söyler gibi devamı getirilmiş:

“Ne mutlu onun tüm yakınlarına.”

Başka söz kalmamış gibi kalleşçe bir pusuya kurban edilen polisimize bu sözle sesleniliyor. Sırasında tek sözcüğü anlaşılmayan sözlerle Arapça eskimiş eski sözlerle konuşurlar, sonra da bilerek, isteyerek en güzel sözümüzü böyle bozuk para gibi harcarlar, içini, anlamını boşaltır, kendilerince değersizleştirirler…

Musalla taşının başında, Atatürk’ün bu en ulusal, ezbere bilinen, içselleştirilen, ulusumuzu bütünleştiren ünlü sözünün başlangıcı kullanılmış, dar bir alana yöneltilmiş. Anlamı değiştirilerek, içi boşaltılarak söylenen bu söz, bir aileye söylenmiş. Acılı aileye. Gencecik çocukları, dış düşman tarafından değil, savaşta değil, içimizdeki terörist tarafından, kollanan, adamdan sayılan, sevicileri meclise bile sokulan terörist tarafından öldürülen aileye denmiş bu söz… Söz, musalla taşında yatanla sınırlı.

Ölen, komiser Ahmet Çamur. Özel Harekat polisi. Hakkari Şemdinli’de PKK terör örgütünün saldırısında ölmüş. Trabzon’daki cenazede ele mikrofon alınıp bir konuşma yapılmış. İnanılmaz sözlerle. Sözlerin başlangıcı:

“Çok değerli kardeşlerim, han’fendiler, bey’fendiler.

Şu anda musallada cenaze namazını birlikte atfettiğimiz (kıldığımız) Ahmet kardeşimizi ebedi yolculuğuna herhangi bir mevta (ölü) gibi uğurlamıyoruz. İnanıyoruz ki şehadet makamına ulaşmış olan bir şehidini uğurluyoruz. Ne mutlu onun ailesine, ne mutlu onun tüm yakınlarına. Az önce hocamızın da ifade ettiği gibi, peygamberlikten sonra, en yüce makam. Makamların yücesi olan böyle bir makama Ahmet kardeşimiz ulaşmış durumda. Malum…”

Teröriste de ad koyulmuş o konuşmada. Terörist değil, onlar asker, “batılın askeri.” Hani hocaları Erbakan, bu sözü çok sık kullanırdı. Partisi Saadet’in dışındakilere batıl derdi. “Bir sürü batıl parti.” “Bu ağacın (Cumhuriyet) kökü çürümüş. Yaprağının tozunu temizlemekle olmaz, kökü bozuk kökü!” diye bağırırdı ya laik, çağdaş Cumhuriyet kurumlarına, buradaki batıl, o söz…

Bu mücadele (her neyse, neyin mücadelesiyse) kıyamete dek sürecekmiş. Kıyamete dek süreceğine göre, istenirse üç günde kökü kazınacak, el maşası, besleme, satılmış terörist, teröristle mücadele değil burada anlatılan. Bilmediğimiz başka bir mesaj olmalı bu sözlerde.

“Bu mücadele devam edecek. Rehavete (gevşeklik) kapılmak yok. Kıyamete dek bu mücadele sürecektir. Bir tarafta hak (adalet- gerçek) olacak, bir tarafta batıl (boş- geçersiz)olacak. Bunlar batılın askerleridir. Bu batılın askerlerine karşı da bu mücadeleyi milletle hep beraber sürdüreceğiz. Bilesiniz ki er ya da geç bu konuda hakka teslim olanlar galip gelecektir.”

Hakka teslim olanların galip geleceği sözü de ne demek? Anlayan varsa anlatabilir mi? Ya şu söz neyin nesidir? Teröristin inini temizlemek, haini yakalamak yok, o sana silah doğrultursa vurma yetkin var:

“Değerleri kardeşlerim kendisine silah doğrultana askerimizin de polisimin de vurma yetkisi vardır, bu kesindir.”

Neden teröristin can almasına göz yumuluyor? Koruyucu önlemler almak, teröriste göz açtırmamak, silahlarıyla onları teslim almak, en büyük cezalara çarptırmak, işledikleri suçun cezasını çektirmek… çok mu güç?

Cenazede, öylesine, kafadan, bir yere bakılınmadan konuşulduğu çok belli. Sözün buralarını kimse kurcalamamış zaten. Nedense kafalar yalnızca “Ne mutlu” sözüne takılmış.

Diğer sözler, şehit ailesine, ölene denilen “ne mutlu” sözünden daha bile acı, daha şaşırtıcı…

Şehit, vatan uğruna savaşırken can veren Müslüman askere denilir. Bu konuşmalara bakarsanız, Mehmetçiklerimiz, polislerimiz cennete gitmek için bilerek isteyerek can vermişler sanırsınız. Kalleş pusulara düşmemişler, kirli siyaset oyunlarına kurban edilmemişler, birilerinin başkan olabilmesi, ülkemizin bölünebilmesi için gözden çıkarılmamışlar… “Ne mutlu yakınlarına” imiş.

Haklı olarak vatandaş da sormuş:

“Mademki şehadet makamı çok önemli, niçin çocuklarınıza askerlik yaptırmıyorsunuz? Neden sakat raporu aldırıyorsunuz?”

Bir diğeri çözüm önermiş:

“Madem öyle, oğullarını askere gönder, şehit olsunlar, sen de mutlu bir aile ol!”

İçinden geçeni söyleyen, ahını saklamayan:

“Keşke biraz da biz, millet olarak, sizin de ailece mutlu olduğunuzu görsek…”demiş.

Biri dayanamamış açıkça ilenmiş:

“Ölen şehitlerin gazabı alayının üzerinde olur inşallah!”

Bu da bir gencin durum güncellemesi:

“Korkunç bir an. “Ne mutlu şehit ailesine” diyen bir cumhurbaşkanı, bir metre önünde acıdan yanan şehit babası.”

En güzel değerlendirmeyi, aydın bir Cumhuriyet öğretmeni yazmış:

“Şehit tabutuna elini koyup kahvedeymiş gibi cumhurbaşkanı sıfatıyla parti propagandası yapıyor. Acılı ailesinden, cenazedekilerden oy istiyor. Toplum, siyaset, ahlâk ve insan hiç bu kadar çürümemişti!”
*

Yüce önderimiz Atatürk’ten, kendimize güvenmemiz, geçmişimizle, kendimizle övünmemiz, onur duymamız, yayılmacı maşası bölücü ve gericileri susturmamız, ulus olmamız, ulus bilinciyle yükselmemiz, ileri gitmemiz adına söylenen bir söz:

“Ne mutlu Türk’üm diyene!”

Günümüzde, bir terörist saldırısında, siyaset uğruna, sistemimizi değiştirebilmek, teröriste daha çok taviz verebilmek, yayılmacıların isteğini yaşama geçirebilmek, ulusu, aziz vatanını böldürmeye, yurdumuzda gözü olanlara, düşmanlarımıza, Kurtuluş Savaşı’yla, şehit kanlarıyla sulayarak kurtardığımız vatanı teslim etmeye razı etmek adına, teröristin kahpece öldürdüğü polisimize denilen söz:

“Ne mutlu onun ailesine.”

Sözün bittiği yerdeyiz yıllardır ama söz, hiç bu kadar açık ve seçik olarak, kesin olarak bitmemişti.

Önceki gün yine aynı alçaklar, mayın patlatarak, sekiz canımızı, sekiz vatan evladını öldürdüler, sekiz Türk askerinin canına daha kıydılar. Yurdumuzun asfaltlanmayan, ihmal edilen belli bölgelerimizin yollarında oluyor bunlar. Yol asfalt olsa yoldaki en ufak kazıntı görülürmüş. Mayın konulduğu anlaşılırmış. Bunu Emin Çölaşan (gazeteci) yıllardır yazar. O yolları asfaltlayın der. Saraylar yaptırmaya, saltanat arabaları dağıtmaya, Suriyeli kaçaklara milyonlar harcamaya olanakları var ama askerimiz için yol yaptırmaya gelince yok… Hem mayını belirleyen aletler yok mu, neden yetersiz kalınıyor, haine fırsat veriliyor, yollar denetlenmiyor? Oralara bomba döşeyenler nasıl kaçabiliyorlar? Nasıl yakalanmıyorlar?

Ümit Özdağ (MHP milletvekili, yazar) bu durumu açıkladı dün:

“Verdiğimiz her şehidin baş sorumlusu teslimiyetçi müzakerelerdir. AKP hala müzakerelerden vaz geçmedi. Kara Kuvvetleri’ne PKK’ya karşı operasyon emri verilmiyor. Kendisini sadece savunmak zorunda kalan birliklerin şehit sayısı artıyor.”
*
Masa başında görüşülen, İmralı Cezaevi’nde yatan baş katile liderim diyenlerin ülkemizi parçalamak için parti kurabildiği, eş başkanlarını cumhurbaşkanı adayı bile yapabildikleri, halkı korkutarak silah zoruyla oy topladıkları, Atatürk’ün meclisinde bölücülerin vekil oldukları, çok yakında bakan bile olacakları günlerdeyiz… Teröristlerin bu kadar azıtabildiği, toplumun tüm kesimlerinin uyuşturulduğu, algıların tutsak edildiği, basın yayının ulusa yabancılaştığı, üniversitelerin böyle duyarsızlaştığı, iktidar- çıkar yandaşlığının, vatan hainliğinin alıp başını gittiği böyle bir dönemi hiç yaşamadık.

Nasrettin Hoca’ya sormuşlar:

“Adam olmanın yolu nedir?”

Hoca hiç düşünmeden cevaplamış:

“Söyleyen olursa dinlemeli, dinleyen olursa söylemeli!”

Feza Tiryaki, 21 Ağustos 2015

İLK KURŞUN

Mustafa Yıldızdoğan: Ne Mutlu Türk’üm Diyene

https://www.youtube.com/watch?v=EIkPmIBDDPw (Atatürk, bayrak, asker resimleriyle)
https://www.youtube.com/watch?v=bYNq3__7xP0 (Atatürk resimleriyle, başlangıcı Atatürk’ün sesiyle)

NE MUTLU – İlk Kurşun Gazetesi.

Orijinal haber kaynağı için; İlk Kurşun Gazetesi – İlk Kurşun Gazetesi

Benzer haberler:

    yok

Terimler: mutlu