Kategoriler: İnternet Medyası

DR. BARIŞ DOSTER YAZDI: Türkiye İçin 12 Eylül Dersleri

“12 Eylül’den önce pek çok yurttaş tarafından dillendirilen “Son dakikada YSK’nın elektrikleri gider, bilgisayar sistemi çöker, hile yapılır” endişeleri bir yana “ölülerin de oy kullandırılması” gerektiği yönünde Okyanus ötesinden gelen fetva akılları karıştırmıştı. 2007’den 2008’e nüfus 3 milyon azalırken, seçmen sayısının 6 milyon artmasının yarattığı kuşku 12 Eylül’de giderilemedi. Türkiye’nin kullandığı seçim sistemi programını Yunanistan’ın da istemediği, masa başından müdahaleye açık olduğu yönündeki endişeler aşılamadı…”Seçmen kütüklerinin, seçmenlerin adres ve nüfus bilgilerinin denetiminin Yüksek Seçim Kurulu’ndan alınıp İçişleri Bakanlığı’na bağlı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne verilmesinin, iktidara bağlı bir kurumda toplanmasının, yönlendirmeye açık olduğu ve hayali seçmen yazılabileceği yönündeki uyarılar hiç dikkate alınmadı. Zaten güvenlik zaafı olan bir yazılımda, oy kullanmayan yurttaşların yerine masa başında oy kullanılabileceği yönündeki eleştiriler umursanmadı

Bir şehir efsanesi olan “Baykal CHP’nin başında olduğu sürece oy vermem” söyleminin fazla abartıldığı görülmeli
KILIÇDAROĞLU’NUN ARTILARI , EKSİLERİ…
MHP NEDEN KAYBETTİ?

12 Eylül referandumu AKP’nin zaferiyle sonuçlandı. Başbakan Erdoğan’ın önünde, kendi deyimiyle “ayak bağı” olan yargı da dahil, hiçbir engel kalmadı. Türkiye yeni bir döneme girdi. Referandumun en önemli sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz.

— Türkiye’nin oy dağılımı açısından üçe bölündüğü, 2007 genel ve 2009 yerel seçimlerinden sonra bir kez daha görüldü. Yüzde 58 “evet” oyları iç ve kuzey bölgelerde, yüzde 42 “hayır” oyları Marmara, Ege, Akdeniz’de yoğunlaştı. BDP boykotunun yer yer yüzde 90’ı geçtiği Güneydoğu Anadolu, sadece halka yapılan baskıyla, yaratılan korkuyla açıklanamayacak, bambaşka bir tercih ortaya koydu.

— “Hayır” cephesinin öncüsü CHP de, “evet” cephesinin öncüsü AKP de, “boykot” diyen BDP de güçlendiler. “Hayır” cephesinin ikinci aktörü MHP ise ne kentlerde ne de kırsalda tabanını tutamadı. MHP tabanının özellikle İç Anadolu’da milliyetçi söylemden çok muhafazakâr- İslamcı söyleme meyyal olduğu, Soğuk Savaş reflekslerini koruduğu, tarikat ve cemaatlerden etkilendiği, CHP kadar sol bir partiden bile çok uzak durduğu anlaşıldı. 2009 yerel seçimlerinde İstanbul’da Kılıçdaroğlu’nu destekleyen MHP’nin kentli seçmeni bu kez aynı tavrı göstermedi. MHP yönetimi, tabanındaki büyük fire üzerinde ayrıntısıyla düşünmeli. Çünkü oy oranı kabaca yüzde 15 dolayında olan parti, AKP’ye ciddi oranda oy kaptırdı. Hem de Habur manzaralarına, şehit cenazelerine, ülke bütünlüğü yönündeki ciddi tasalara rağmen. MHP seçmeninin neredeyse yarısının “evet” demesi, yönetim için önemli bir uyarı.

— “Hayır” cephesinde de “Evet” cephesinde öne çıkan tablo, iki liderin kişisel çabası, enerjisi, karizmasıydı. Özellikle AKP’nin, tabanını sandığa firesiz taşıdığı bir kez daha kanıtlandı. Erdoğan’a SP, BBP, eski Ülkücüler, kendini solcu sanan liberaller, The Taraf gazetesi çevresi ve Kürtçülerin getirdiği oy, Kılıçdaroğlu’na DSP, DP ve sosyalist partilerin getirdiği oyun çok üzerinde oldu. AKP’nin başarısında devasa kampanya bütçesinin (kimileri 100 trilyon lira diyor), seferber edilen devlet olanaklarının, halk üzerindeki baskının, medyanın, Okyanus ötesinin, küresel sermayenin (oylamadan önce piyasalar “evet” sonucuna göre pozisyon almışlardı), ABD ve AB’nin katkısı da yadsınamaz.

— ABD, AB ve küresel sermaye, AKP’ye üçüncü kez Türkiye’yi tek başına yönetme konusunda bir kredi daha açtılar. Başbakanın eli, fiilen uyguladığı başkanlık sisteminin resmen adını koymak ya da Çankaya’ya çıkmak konusunda güçlendi. Partisinin yüzde 40- 45 bandında olduğu, (22 Temmuz 2007’de yüzde 47, 3 Kasım 2002’de yüzde 35’ti) görüldü.

— Güneydoğu’daki iki partili yapı değişmedi: BDP ve AKP. Boykot bazı yerlerde 90’ı geçerken, her şeyi göze alıp sandığa gidenler de yüzde 90 oranında “evet” dediler. Güneydoğu Anadolu’da da, ülke genelindeki Kürt kökenli seçmen nezdinde de, BDP’li seçmen özelinde de AKP’nin her durumda ikinci parti, ikinci tercih, gönüllerdeki ikinci aslan olduğu bir kez daha kanıtlandı.

— Yıllardır Kürtçü, etnikçi politikaları destekleyen ve kendini ısrarla solcu sanan bir bölüm “sosyalistlerin” bir arpa boyu yol alamadıkları, seçmene ulaşamadıkları, dahası potansiyel seçmenlerini de yitirdikleri açık. Sözlüğünden emek, eşitlik, bağımsızlık, aydınlanma, ezilenlerle dayanışma, sınıf, emperyalizm, sosyal devlet, toplumsal adalet gibi kavramları çıkarıp, kerameti kendinden menkul bir “insan hakları, özgürlükler, hukuk devleti, demokrasi, sivil toplum” söylemini benimsemek işe yaramadı. Sınıfın yerine cinsel, mezhepsel, etnik kimlikleri koymanın, liberalizmin değirmenine su taşıdığı bir kez daha tescillendi.

— CHP örgütünün yıllardır iç sorunlarıyla boğuşması, sürekli olarak biçilmesi ve biçimlendirilmesi, hem genel merkez, hem iktidarda olduğu yerel yönetimler, hem de örgütün kendisinden kaynaklanan sorunları bir türlü aşamaması, kampanyada genel başkanlarına ayak uydurmalarını engelledi. Genel başkan değişimiyle açıklanamayacak ve tedavi edilemeyecek boyutta yapısal hastalıklara sahip olan bu köklü örgütün, iç sorunlarından yorgun düştüğü, yer yer çöktüğü, pek çok ilde adeta şehir efsanesine dönüştüğü anlaşıldı. Kemal Kılıçdaroğlu 70 il ve 200’den fazla ilçede adeta tek başına, canla başla çalıştı, halkla temas kurdu, yurttaşlara ulaştı, örgütü tanıdı, kendini tarttı. Ama birkaç istisna dışında parti yönetimi ve örgütleri bu tempodan çok uzaktı. Çiçeği burnunda bir genel başkan olarak tek başına zafer kazanamadı ama başarısız da olmadı. Hatta içinde bulunduğu koşullar, genel başkan seçildikten hemen sonra başladığı kampanya, örgütün durumu ve alınan yüzde 42 oy göz önünde bulundurulunca, başarılı bir sınav verdiği, olgunlaştığı, piştiği söylenebilir.

— Ancak Kemal Kılıçdaroğlu, tüm çalışkanlığına ve yakaladığı rüzgâra karşın, söylemde “Recep Bey” ve “havuzlu villalar” polemiğine fazla takıldı. Oralardan gelebilecek oy doyum noktasına ulaşmasına rağmen, bu söylemin üzerine yeni bir şey koyamadı. Ekonomiye, orta ve üst sınıfları, iş dünyasını da etkileyecek şekilde daha fazla girmesi gerekirdi. İşsizliğe ilişkin önerilerini daha fazla sıralamalıydı. Tarıma yönelik çözüm önerilerinin yetersizliği, tarım kesiminden gelen oyların azlığından belli zaten. Genel af ve türban konularında yaşadığı gel- git ise partiye (eğer AKP iktidarda olmasa, anayasa oylanmasa ve CHP’nin ciddi bir alternatifi bulunsa), ciddi şekilde oy kaybettirebilirdi. Bu nedenle Kılıçdaroğlu Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmadığına şükretsin. Deniz Baykal’ın eğitiminden, mesleğinden, yıllara dayanan siyasal deneyiminden kaynaklanan altyapısı ve birikimi, diplomasi bilgisi Kılıçdaroğlu’nda olmayabilir. Ama Baykal’ın ısrarla ve haklı olarak duyarlı olduğu rejime ilişkin konular, yoksullar, emekçiler, işsizler başta olmak üzere seçmenin büyük bölümü açısından cazip gelmiyordu. Nitekim Kılıçdaroğlu bunu gördü.

Ama Kılıçdaroğlu’nun, bu konulara söyleminde yer vermemesine anlayış göstermek, onun rejime ilişkin temel konularda duyarsız kalmasını, hazırlıksız olmasını, gel- git yaşamasını haklı kılmaz. Kılıçdaroğlu’nun her konuda çok ciddi bir kadroyla, ekiple, mutfakla çalışması gerekir. Bunun için örgüt şeflerine, delege “önder”lerine, Baykal sayesinde milletvekili olup Baykal’a bayrak açan “koç”lara, Fuat Keyman vb. ikinci cumhuriyetçileri akıl hocası belleyen ve pek de “umut” vermeyen genç işadamlarına dikkat etmelidir. Bu kadroların kendisine destek olmak bir yana ayak bağı olduğunu kampanyada yaşayarak görmüştür. (Meraklıları için iki örnek olay: Avcılar’da yaşanan afiş rezaleti ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun oy kullanamaması).

— SONAR ve Adil Gür gibi en iddialı kamuoyu araştırmacılarının bile “bıçak sırtı” olarak gördükleri, farkı yüzde 1- 2 ile açıkladıkları referandumda makasın açılması, herkesi şaşırttı. 12 Eylül’den önce pek çok yurttaş tarafından dillendirilen “Son dakikada YSK’nın elektrikleri gider, bilgisayar sistemi çöker, hile yapılır” endişeleri bir yana “ölülerin de oy kullandırılması” gerektiği yönünde Okyanus ötesinden gelen fetva akılları karıştırmıştı. 2007’den 2008’e nüfus 3 milyon azalırken, seçmen sayısının 6 milyon artmasının yarattığı kuşku 12 Eylül’de giderilemedi. Türkiye’nin kullandığı seçim sistemi programını Yunanistan’ın da istemediği, masa başından müdahaleye açık olduğu yönündeki endişeler aşılamadı. Avrupa ülkelerinde bile seçim sonuçlarını almak için ertesi günü beklemek gerekirken, Türkiye’nin son yıllarda sandıkların açılmasından en çok iki saat sonra kesine yakın sonuçları almasının yarattığı soru işaretleri belleklere bir kez daha kazındı. Seçmen kayıtları adrese dayalı nüfus sistemine göre yapılırken, ülkedeki adres verilerinin önemli bölümünün doğru olmadığı, sağlıklı tutulmadığı bir kez daha ortaya çıktı. Seçmen kütüklerinin, seçmenlerin adres ve nüfus bilgilerinin denetiminin Yüksek Seçim Kurulu’ndan alınıp İçişleri Bakanlığı’na bağlı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne verilmesinin, iktidara bağlı bir kurumda toplanmasının, yönlendirmeye açık olduğu ve hayali seçmen yazılabileceği yönündeki uyarılar hiç dikkate alınmadı. Zaten güvenlik zaafı olan bir yazılımda, oy kullanmayan yurttaşların yerine masa başında oy kullanılabileceği yönündeki eleştiriler umursanmadı.

— Referandum düşük katılımla tarihe geçti: Yüzde 73.7. Gümrükler ve cezaevleri dahil 52 milyonu aşkın kayıtlı seçmenin 38.4 milyonu sandığa gitti. 22 milyona yakın “evet”, 16 milyona yakın “hayır” çıktı. 726 bin oy çeşitli nedenlerle geçersiz sayıldı. Sadece iki şıktan birinin tercih edildiği bir oylamada bile bu kadar çok geçersiz oyun çıkması, yerel ve genel seçimlerdeki durumun vahametinin de göstergesi.

— Yurttaşların dörtte birden fazlasının (yüzde 26.3) sandığa gitmemesi, hem siyasal hem de bilimsel açıdan üzerinde durulması gereken bir durum. BDP boykotunun ülkemizin Batı bölgelerinde Doğu’da olduğu kadar tutmadığı ve ülke genelinde taş çatlasa yüzde 5-6 dolayında karşılık bulduğu (yani bu partinin oyuna yakın bir oranda) dikkate alınırsa, yurttaşların yüzde 20’sinin neden sandığa gitmediklerini iyi tahlil etmek gerekir. AKP tabanının neredeyse firesiz sandığa gittiği göz önüne alınırsa, sandığa gitmeyenlerin merkez ve çok büyük oranda merkezin solundaki seçmenler olduğu anlaşılır. İstatistik olarak pek bir karşılığı olmayan “sosyalist” boykotçuların ve lumpen proleteryanın ötesinde,

sandığa gitmeyenlerin ezici çoğunluğu laik, Cumhuriyetçi, beyaz yakalı, kentli, profesyonel orta ve üst sınıflar, yani “beyaz Türkler”. CHP bu kesimleri neden sandığa çekemediğini düşünmeli. Bir şehir efsanesi olan “Baykal CHP’nin başında olduğu sürece oy vermem” söyleminin fazla abartıldığı görülmeli.

> CHP, genel başkanını değiştirdiği halde, insanların CHP’ye oy vermemek için bahane ürettikleri, gerekçe yarattıkları, kendi davranışlarını meşrulaştırmak, haklı göstermek için bu söyleme başvurdukları anlaşılmalı. CHP yönetimi, böylesine büyük, nitelikli ve etkili bir kitlenin hem siyasetten hem de CHP’den umudunu kesmesinin nedenleri üzerinde durmalı. Ülke sorunlarına karşı neden bu denli duyarsız, ilgisiz, kayıtsız kaldıklarını araştırmalı. Parti, bu konuda yürekli, kararlı, tutarlı ve de acımasız bir özeleştiri vermeli. Sorunun genel başkan değişiminden ibaret olmadığını, yapısal boyutları olduğunu kavramalı.

— Eski TİP gibi sınıfsallığı esas alan, antiemperyalist ve ulusalcı karakteri olan bir sosyalist anlayışın büyük potansiyeli var. Böyle bir parti, diğer yararları bir yana, CHP’yi gerçekten Cumhuriyetçi, gerçekten halkçı yapmak için de şart. Kaldı ki ulusalcılığı dışlamayan bir sol ve solculuğu içselleştirmiş bir ulusalcılık, CHP’nin tarihsel kökleriyle de uyumlu. Ancak böyle bir parti, kent rantlarından beslenen çürümüş belediyeciliği ve delege sistemini sorgular. Aksi halde “evet” oylarının İzmir gibi CHP’nin kalesi olan, SP ve BBP gibi partilerin neredeyse hiç olmadığı bir ilimizde bile yüzde 36’ya ulaşmasını açıklayamaz. AKP’nin yarattığı kutuplaşmadan solun büyük partisi olarak beslenir, ama buna dayanarak iktidara gelemez.

Dr. BARIŞ DOSTER
İLK KURŞUN

Orijinal haber kaynağı için; İlk Kurşun Gazetesi

Benzer haberler: